Anasayfa / Akademik Çalışmalar / ORDU İLİ AKKUŞ İLÇESİ ÇUKURKÖY HALKBİLİMİ MONOGRAFİSİ

ORDU İLİ AKKUŞ İLÇESİ ÇUKURKÖY HALKBİLİMİ MONOGRAFİSİ

 

T.C.

Hacettepe Üniversitesi

Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı
Bölümü

 

Türk Halkbilimi Ana Bilim Dalı 

 

ANKARA İÇİNDEKİLER  

İÇİNDEKİLER  

 

ÖNSÖZ                                                                                           
GİRİŞ                                  

ÖNSÖZ  

            Ordu İli, Akkuş İlçesine bağlı Çukurköy üzerine yapılan bu çalışma halkbilimi monografisi şeklinde hazırlanmıştır. Kaynak kişilerden alınan bilgiler ve çeşitli gözlemler ışığında ulaşılan sonuçlarla hazırlanan bu tezde, köyün her açıdan incelenmesi amaçlanmıştır.

 

            Çukur köyün halkbilim monografisinin hazırlanmasının nedeni bu köyde doğmuş olmamdır. Köyde yaşayanların anlattığına göre 1960-70’li yıllarda 130 hane yaşarken, 2001 yılı sonlarında köyde 40 hane
yaşamaktadır. Bunun sonucunda bu köye ait olan halkbilimsel bilgiler ileride kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya kalmaktadır. Bu bilgilerin derlenmesinin hem köy halkına hem de halkbilime bir katkı sağlayacağı düşünülmüştür.

 

            Bu tezin hazırlanmasında beni yönlendiren Doç. Dr. Öcal OĞUZ’a , köy hakkındaki bilgilerini benimle paylaşarak, bu çalışmayı hazırlamamda her konuda bana yardımcı olan babam Bayarm GÖRÜR’e  ve yazımında emeği geçen Hüseyin ANBAR’a teşekkürlerimi sunarım.

 

Özgül GÖRÜR                    
Haziran, 2002                                                                                      
ANKARA 

 

GİRİŞ

 

Bu çalışmada, Ordu ili Akkuş ilçesine bağlı Çukur köyü incelenmektedir. Halkbilim Monografisi olarak hazırlanan tezde, köyün coğrafi, ekonomik ve kültürel  özellikleri  üzerinde durulmuştur. Doğu Karadeniz’de yer alan köy,bölgenin özelliklerini yansıtan tipik bir Karadeniz köyüdür. Kara ve deniz iklimini beraber yaşayan köy, kültürel anlamda çevre il ve ilçelerle aynı  özelliklere sahiptir. Ekonomik yönden tarım ve hayvancılığın hakim olduğu köyde nüfus giderek azalmaktadır.Köyde kalan insanlar belli bir yaşın üstünde olup genç nüfus büyük şehirlere göç etmektedir. Bu sebeple, köye hakkında elde edilen bilgiler oldukça sınırlıdır. Ulaşılan bu bilgiler ışığında köyün tarihi, coğrafi, ekonomik ve kültürel yapısı halkbilimi açısından incelenmektedir.

 

 

 

 

 

 

 

Çukurköy, Akkuş ilçe sınırlarının orta güneyine düşer, yer yer eğimli bir arazi üzerinde kurulmuştur. Doğusunda Ketendere, batısında  Çavdar ve Kuşçulu, kuzeyinde Ormancık ve Kuşçulu, güneyinde Gedikli ve Çavdar köyü toprakları ile çevrili olup, 8.225 km2’ lik bir yüzü ölçüme sahiptir.

 

Köyün akarsuları ve su kaynakları azdır. Kösekahya mahallesinden inen bir dere (Say deresi) Kiren mahallesinde, Çavdar köyü tarafından gelen bir dere ile birleşip Cingilü deresine karışır. Kösekahya mahallesinden gelen derenin sularından yaz aylarında faydalanmak üzere Kiren mahallesinde küçük bir sulama göleti yapılmıştır. Gölet 350 m3 kapasiteye sahip olup, yaklaşık 2000 dekar arazinin sulanmasında   köye yararlı olmaktadır.Ancak bu kaynaktan yapılan sulamanın tarımsal faaliyetlere katkıda bulunmasının yanı sıra sulama sisteminin arazinin yapısına uygun olmaması nedeniyle ciddi bir erozyona sebep olduğu görülmektedir.Ketendere köyü topraklarından gelerek Çukurköy topraklarıyla bir sınır oluşturan   Ketendere deresi de Cingilü deresine karışır. Ketendere deresi üzerinde günümüzde aktif
olarak kullanılmayan 4 adet su değirmeni bulunmaktadır. Belli bir yaşın üzerindeki her insan (50-60 yaş üstü) bu değirmenlerle ilgili farklı anlatmalara sahiptirler.

 

Köy sınırları içinde orman alanı yüz ölçümüne oranla oldukça azdır. Ormanların bu kadar az olmasının sebebi yıllarca bilinçsiz bir şekilde daha çok yakacak amaçlı yapılan kesimlerdir. Son yıllarda bu bilinçsiz kesimin azaldığı ifade edilmektedir. Bunun nedeni olarak ormanlarda artık kereste yapılabilecek irilikte ağacın kalmayışı ve köyde nüfusun giderek azalmasının yanında devlet korumasının ciddi bir şekilde uygulanmaya başlanması gösterilmektedir.

 

Köyün bitki örtüsünü ise kayın, pelit, meşe, çam gibi ağaçlar oluşturmaktadır. Bitki örtüsü içinde geniş yer tutmamakla birlikte kızılcık,töngel (muşmula) ve çeşitli dikenli, otsu bitkilere de rastlanmaktadır.

 

Köyün Camiyanı adı verilen mevkiinde 2 adet küçük göl bulunmaktadır. Bu göller doğal olarak oluşmuştur. Bu göllerden birisi  sazlık da denebilecek otlarla kaplı olup, özellikle mayıs ayı içerisinde gölde su birikimi en yüksek düzeye ulaşmaktadır. Yaklaşık derinliği 1 m civarındadır. Bu gölde mayıs ve haziran aylarında siyah renkli yaklaşık 3-4 cm uzunluğunda sülükler bulunmaktadır. Bu sülüklerin şifalı olduğuna inanılmaktadır. Mayıs ayında bacaklarında ve kollarında ağrılardan şikayetçi olan kadınlar, bu göle gelerek ağrıyan yerlerine sülük koymaktadırlar. Bu sülüklerin kan emici özelliği olduğu bilinmektedir. Bunlar kendileri vücuttan ayrılmadıkça kolay kolay alınamamaktadır.Diğer köylerden de bu göle gelenler olmaktadır.  Ağustos ayında göl kurumaktadır. Bu göle yakın mesafede Kuruca gölü bulunmaktadır. Bu göllerin yüzölçümü ve derinlikleri birbirine çok yakındır. 1-2 dekar  olabilecek büyüklüktedirler. Suyu çok fazla yükselmediği için göl Kuruca adını almıştır.

 

 

 

 

 

 

 

 

Çukurköy’e ilk defa gelip yerleşenlerin kimler olduğu ve nereden gelip yerleştikleri konusunda kesin bir bilgi yoktur. Ancak bazı rivayetlere göre Niksar İlçesinden Ünye’ye giden bir patikanın bu köyün topraklarından geçtiği eskiden beri söylenmektedir.

 

Tokat’a bağlı Niksar ilçesinden çıkan yaya ve atlı kervanların, Niksar topraklarını geçtikten sonra Akkuş’un  Tifi çayı  ile  kesiştiği mevkide bulunan ve bugün  sadece çayın iki yakasında yıkıntı halinde
harabesi kalan “Kaya köprü”den geçip Çukurköy topraklarından ilerleyerek Cingilü deresi üzerindeki ahşap köprüden geçerek  Ünye’ye doğru devam ettikleri söylenmektedir. Hatta eskiden bu yolu takip eden kervanların Cingilü köprüsü yakınlarındaki “Dernek Yeri” adı verilen yerde toplanıp konakladıkları rivayetler arasındadır. Buradaki belli belirsiz mezarların o zamandan kaldığı sanılmaktadır.

19. yy. sonlarında Çukurköy topraklarının ormanlarla kaplı olduğu, dereler üzerindeki dar geçit ve köprülerde, çeşitli çetelerin,  bu patika yollarda kervancıları soydukları ve öldürdükleri yine anlatılan rivayetler arasındadır.

Çukurköy topraklarına yerleşen ailelerin, çevre köylerden gelip yerleştikleri köylüler tarafından ifade edilmektedir. Köye ilk defa kimlerin geldiğine dair bir bilgi yoktur.

 

            II.BÖLÜM: BEŞERİ DURUM VE EKONOMİK YAPI

 

 

 

 

 

1997 nüfus sayımı verilerine göre köyde 56 hane vardır. Buna göre köyün nüfusu 178 kişiden oluşmaktadır. 2001 yılı Ekim ayı itibariyle bu nüfusun % 6’sı hayatını kaybetmiştir. Yaklaşık % 6’sı köye çeşitli aralıklarla uğramakla beraber, çoğunluk Ankara, Zonguldak ve İstanbul’da oturmaktadır. Köyde halen yaşamakta olan 141 kişi vardır.Bu nüfusun birtakım özellikleri bulunmaktadır. Bunlar;

 

            -10 hane köyde sürekli oturmaktadır.

 

           -Köydekilerin büyük çoğunluğu emekli olması nedeniyle 60 ve daha yukarı yaşlardadır. Bu nedenle doğurganlık oranı çok düşüktür. Birçoğunun emeklilik geliri olmasından dolayı köydeki kullanılabilir
arazinin büyük bir kısmı kullanılmamaktadır. Köyde oturulmasına rağmen tarım birinci derecede geçim kaynağı olarak görülmemektedir. Geçiminin tamamını tarımdan sağlayan kesim nüfusun % 7’sını kapsamaktadır.  Bu nedenle tüketime yönelik tarım yapılmaktadır.(Akkuş Halk Eğitim Merkezi Kayıtları;1997)

 


            Köyde aşiret ya da boy yoktur. Akrabalıklar sülale şeklinde kendini göstermektedir. Çukurköy’de on dört tane varlığını devam ettiren  sülale bulunmaktadır. Akrabalıkların kökeninde aynı atadan çoğalan ve soyadı kanununa göre ortak soyadı alan aileler bulunmaktadır. Bununla birlikte aynı atadan gelerek farklı soyadı alan bir aile de mevcuttur. Soyadı kanununda “Çam” alınması gerekirken, bir aile soyadını “Tetik” olarak almıştır. Köyde yaşayan ailelerin soyadları ve takma adları şu şekildedir; 

 

 

 


   


   Soyadı 


   


   Takma adları   


   


   Çam-Tetik   


   


   Baluşağı


   


   Gümüş


   


   Ganülü


   


   Sevindik  


   


   Mizamgil,  Çolakgil,Çavuşgil  (Kuşçulu köyünden gelme)  


   


   Oral  


   


   Çöntoğlu(Gedikli köyünden gelme)  


   


   Akkaya  


   


   Kadılı (Kadıgil),Kara    Salihgil  


   


   Kaya  


   


   Garipli    (Garipoğlu),Kara Hüseyin, Dingilli  


   


   Kösekahya  


   


   Kösegil (Köseel)  


   


   Görür  


   


   Kör Hüseyinli    (Köroğulları)  


   


   Basmacı  


   


   Mocugil  


   


   Demirci  


   


   Hacı Dayıgil
   


   


   Aydın  


   


   Alorlu (Geldikleri  köyün ismini takma ad olarak almışlardır) 


   


   Çakır  


   


   Pitigil  


   


   Güngör  


   


   Alogil (Çaldere  köyünden gelme)  


   


   Güneş  


   


   Çapallı (Kuşçuludan gelme)  


   


   Yıldırım  


   


   Yıldırımlı  


   


   Türk  


   


   Kuruveligil  

 

 

 

 

Bu takma adların nereye dayandığı bilinmemektedir. Yaygın kanıya göre bu isimlerin, geçmiş dönemlerde ailelere takılan lakapların aynen veya değişerek günümüze ulaşan şekli olduğu söylemek mümkündür. Konuşulan insanların çoğunluğu bu takma adların nereden geldiğini bilmemekte, kendi adını sevenler olduğu gibi hoşlanmayanlarda bulunmaktadır. Bu adlar mahalle adı olarak da karşımıza çıkmaktadır. Örneğin “Mocuklu” mahallesi, Kösekahya mahallesi, Çavuşgil mahallesi gibi.Bu adlar aynı zamanda köydeki ailelerin takma adıdır.


Bu mahallelere adını veren aileler, çoğunluk nüfus olarak yaşamışlardır. Bir kısmı halen aynı şekilde devam etmektedir. Ayrıca köyde herhangi bir azınlık mensubu yoktur. 1960’lı yılların başlarında köyde 130 hane olduğu kaynak kişilerin  ortak görüşü olarak ortaya çıkmaktadır. 2001 yılı itibariyle sürekli olarak köyde yaşayan hane sayısı 40’a düşmüştür. Nüfusun azalmasında en büyük sebep olarak köy halkının büyük şehirlere göç etmesi   gösterilmektedir.  Birkaç yıl sonrası için köyde kimsenin barınmayacağı da ifade edilmektedir. Buna en iyi örnek olarak köyde okulun olması ancak öğrenci bulunmamasını verebiliriz. Son
birkaç yıldır da emekli olarak köye dönen olmamıştır. Diğer taraftan emekliliği olmayıp köyde olan yaşlılar da sağlık nedenleriyle çocuklarının bulunduğu şehre zorunlu olarak gitmektedir.Büyük şehirlere olan bu göçlerin başlıca nedeni ekonomik sorunlardır. Bunun yanı sıra çocuklarını okutmak daha iyi yaşam koşullarına sahip olmak, sağlık hizmetlerinden daha kolay faydalanmak amacıyla da köy halkı büyük şehirlere göç etmiştir.Köy topraklarının azlığı ve verimsizliği, hayvanlar için mera ve çayır alanlarının  kısıtlı oluşu, ormanların çok azalmış olması köy halkını yeni geçim kaynakları bulmaya zorlamış ve iş bulmak için  göç kaçınılmaz olmuştur.

 

B.Yaşayış Biçimleri

Köy on mahalleden meydana gelmektedir. Mahalleler arasında ulaşım toprak (patika) yolla sağlanmaktadır. Mahalleler kuruldukları yerin özelliğine göre ve orada yaşayan nüfusun çoğunluğuna göre ad almıştır.Bu mahallelerin isimlerini şu şekilde sıralayabiliriz;I.Kiren Mahallesi : Bu mahalle  adını “kızılcık” olan meyvenin yerel ismi olan “kiren”den  almaktadır.Bölgede kızılcık meyvesi  doğal olarak bol miktarda yetişmektedir. Ancak günümüzde eskisi kadar Kiren ağacı bulunmamaktadır.

 

II.Hayatyanı Mahallesi :Hayat, kelimesi yörede temel anlamından farklı olarak kullanılmaktadır.Hayat, yörede ahırın giriş kısmı için kullanılmaktadır.Eskiden Hayatyanı mahallesi adı verilen yerde ahırlar varmış.Burası çok fazla rüzgar aldığı için hayvanlar ahıra götürülmediği zaman burada sabahlarmış.Bundan dolayı burasının Hayatyanı mahallesi adını aldığı söylenmektedir.

 

III.Mocuklu Mahallesi: Bu mahalle adını buraya yerleşen Mizamgil ailesinden almaktadır.Mizamgil ailesi, komşu köy olan Kuşçulu köyünden gelerek bu mahalleyi oluşturmuşlardır.

 

IV.Çavuşgil Mahallesi: Bu mahalle adını bu köyde yaşayan “Çavuş Kamil” lakaplı kişiden almaktadır.

 

V.Cingüllü Mahallesi:Bu mahalle günümüzde adı bilinmeyen Tingezoğlu (Baluşağı sülalesinin atası) tarafından kurulmuştur. Coğrafi olarak iki uç noktadaki mahalleden birisidir.

 

VI.Küçükgöl Mahallesi: Bu mahallede iki kişi yaşamaktadır. Coğrafi olarak  çukur bir görünüm arzetmektdir. Topraklarının daha çok killi bir yapı göstermesi, en küçük yağmurda insanların ve hayvanların hareket etmesini son derece zorlaştıran bir çamur meydana gelmesi nedeniyle göle benzetilmektedir. Bu yüzden de bu ismi aldığı söylenmektedir.

 

VII.Mocuoğlu Mahallesi: (Cami yanı):Köyde bulunan iki camiden birisi bu mahalle de bulunmaktadır. Bundan dolayı Camiyanı adını almıştır. Bu mahallenin adının Camiyanı olması sadece cami kenarında olmasından kaynaklanmaz. Bu mahallede yer alan cami, dört köyün ortak camisidir.(Çukur, Çavdar,Gedikli, Ketendere köyleri) Burada yaşayan tek sülale de Mocugil ailesidir.

 

VIII.Kara Salihgil Mahallesi: Bu mahallede iki aile yaşamaktadır. Birisi Yıldırım, diğeri Kara Salihgil ailesidir.Kara Salih zamanında gelip bu mahalleyi kurmuş ve kendi lakabını da mahalleye ad olarak vermiştir.

 

 

X.Onbaşıgil Mahallesi : Bu mahallede yaşayanlar Cingüllü mahallesini kuran Tingezoğlu’nun bir koludur ve “Baluşağı” adıyla bilinirler. Ancak burada oturanlar soyadı kanunu zamanında soyadlarını “Tetik” olarak kaydettirmişlerdir. Ayrıca bu sülalenin atalarından birinin askerde “Onbaşı” olmasından dolayı, adları “Onbaşıgil” olarak kalmıştır.Köy, Karadeniz’de olmasına rağmen yayla hayatı yoktur. 

 


Köylülerin en önemli geçim kaynağı sayılan tarım, pazara yönelik olmaktan ziyade bireysel tüketime yöneliktir. Genel olarak araziler çok parçalı olup, arazi büyüklükleri en fazla 20 dekar civarındadır. 

 


“Köy evlerinin ahşaptan olmasından dolayı marangozluktan çok kaba ahşap ustalığı karşımıza çıkmaktadır. Marangozluk daha çok kapı çerçeve yapımı olarak ve basit el aletleriyle yapılan işler olarak ortaya çıkmaktadır. Ancak son yıllarda bu tür marangozlukta yerini yavaş yavaş beton, tuğla ve briket ustalığına bırakmış durumdadır.” (Görür,Bayram;2001)

 

Kaynak kişinin verdiği bilginin de gösterdiği gibi evlerin ahşaptan yapılması beraberinde marangozluğu da getirmiştir. Ancak betonarme evlerin yaygınlaşması marangozluğun eski önemini kaybetmesine sebep olmuştur.

 

İnsanlar kendi kullanıma yönelik, hammaddesi yün ve kendir olan “cicim” (dastar), “heybe”,”çanta” denilen dokumalar yapmaktadır. Ancak bunların hiçbiri pazara yönelik değildir. Köylüler kendi ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla dokuma yapmaktadırlar.

 

 

C.Ekonomik Yapı

 


Köyün ikliminin karasal olması tarım ürünlerinin çeşitliliği sınırlandırmıştır. Ayrıca köyün yaş ortalamasının yüksek olması, tarımın emek isteyen bir iş olmasından dolayı tarımı olumsuz yönde etkilemektedir.

 

 

Tarımın yapılışı sırasında köylüler tarafından kullanılan aletlerde oldukça çeşitlidir. Bu aletler hem ekim sırasında, hem de ürünlerin toplanması sırasında köylülere yardımcı olmaktadır. Bu aletlerin kullanılması sırasında hayvanlardan da yararlanılmaktadır. Bu aletleri şu şekilde sıralayabiliriz;

 

Saban, boyunduruk, halka, kayış, elicek(sabanla boyunduruğun kesiştiği yerde sabanın boyunduruktan kurtulmaması için kullanılan ahşap veya metal parça), kazma, çapa, (meğel), üvendere, cemek (çift sürerken yabancı otları kesmede kullanılmaktadır.), kağnı, zevle (boyunduruğun öküzün boynundan düşmemesi için öküzün boynuna takılan , boyun altından bağlanan ağaçtan veya metaldan yapılma parça), dibek (tahıl dövmek için kullanılır), yaba (samanın aktarılmasında kullanılır.), tırmık (tarlada ve harmanda kalan ekin saplarını toplamada kullanılır.), tapan (çift sürüldükten sonra kalın tezeklerin parçalanması için sapana takılarak çekilir.), sürgü (tezeklerin parçalanması için çalıdan belli bir düzene göre yapılıp üzerine ağırlık konularak tarlada çekilir.), orak, tırpan, tınaz makinesi( elle çalışan harman savurma makinesi), patoz (traktörle çalışan, ekin saplarının parçalanması ve tanelerin ayrılması için kullanılan makine), döven (atla ve öküzle çekilen, harmandaki ekin saplarının parçalanarak dövülmesi için tahtadan yapılan alet), kırklık (koyun ve keçi yünlerinin kırkılmasında kullanılan makasa benzeyen  alet).

 

Köyde bulunan tarımsal yapılar, samanlık, yamama ve ambardır. 

 

 

 

b. Hayvancılık

 

Köyde hayvancılığı biraz gerilere giderek anlatmak bugüne ışık tutacaktır. Otuz kırk yıl önce yapılan hayvancılıkla bugün yapılan hayvancılık arasında çok ciddi farklar  bulunmaktadır. Yaşayış biçimlerinde de kısmen belirtildiği gibi hayvancılık köylülerin önemli geçim kaynağı durumundaydı. Günümüzde ise bitkisel üretimde olduğu gibi hayvancılıkta birinci derecede geçim kaynağı değildir.  Köyde yaşayanlar sadece kendi ihtiyaçlarını gidermek amacıyla hayvan beslemektedirler. Köydeki pek çok kişi hayvancılığı mevsimlik olarak yapmaktadır. Özellikle yazın sütünden, gücünden yararlanılan hayvanlar kış dönemi geldiğinde satılmakta, ilkbaharda tekrar hayvan alınmaktadır. Bunun nedeni ise hayvancılığın geçim kaynağı olarak görülmemesidir.

 

c. Beslenme

 

Köyde yaşayanların beslenmesinde ağırlıklı olarak tahıl ve tahıl ürünleri ön planda gelmektedir. En çok üretilen tahıllar, mısır ve baklagil  (fasulye, bakla, bezelye) ailesinden olan ürünlerdir.. Bu ürünlerin bir kısmı doğrudan tüketilmekte, bir kısmı da çeşitli işlemlerden geçirilerek gıda temini yoluna gidilmektedir.

 

1.Tahıl Ürünleri  

 

Köyde yetiştirilen tahıl ürünlerinden kışlık yiyecekler hazırlanmaktadır. Bunlar, un, aşlık, keşkeklik, bulgur şeklindedir. Aşlık şu şekilde hazırlanmaktadır; İyice kurutulan buğday yabancı maddelerden temizlendikten sonra dibekte dövülür. Bu dövme işlemine buğday kepeğini atıncaya kadar devam edilir , kurutulur, kepeği savrulur. Daha sonra da el değirmeninde veya su değirmeninde öğütülür. Bu öğütme un yapma işleminden farklıdır. Buğdayların un olması değil parçalanması gerekir. Öğütüldükten sonra kalburdan geçirilir, tekrar rüzgarda savrulur. Savrulduktan sonra da tekrar içinde kalan yabancı maddeler elle seçilerek ayrılır. Çuvallara doldurularak ambara kaldırılır.

 

Tahıldan hazırlanan diğer bir yiyecekte keşkekliktir. Keşkeklik hazırlanması şu şekilde olmaktadır;  


Özellikle iri taneli buğday türlerinden yapılır. Yıkanarak yabancı maddelerden temizlendikten sonra dibekte dövülür. Dövme işlemi buğday tanelerinin kepeklerinin iyice soyulmasına kadar devam eder. Aşlık için ayrılan buğday bir saat süreyle dibekte dövülürse, keşkeklik en az bir buçuk saat dibekte dövülür, kurutulur, sonra çuvallara doldurulur.Bulgur hazırlanması ise şu şekilde olmaktadır;  


Bulgurluk için ayrılan buğdaylar öncelikle yabancı maddelerden temizlenir. Yıkanır, yıkandıktan sonra büyük kazanlarda kaynatılır. Kaynatma işlemi tanelerin yarılmaya başlamasına kadar devam eder. Daha sonra kazanlardan alınan kaynatılmış buğday, temiz çul veya çarşaflara serilerek güneşte kurutulur. Kurutma işlemi tamamlandıktan sonra el veya su değirmeninde öğütülür. Öğütüldükten sonra kepeği savrulur, çuvallara konarak saklanır.

 

Mısır aşlığının yapılışı şu şekildedir;

 

Mısır, buğdaydan sonra en  çok yetiştirilen ürünlerden biridir. Mısırdan hem aşlık hem un yapılır. Mısır aşlığının buğday aşlığından hazırlanış farkı vardır. Tanelenmiş mısır el veya su değirmenlerinde kalınca olarak öğütülür ve saklanır. Mısırın dibekte dövülmüş halinden de  yemek yapılmaktadır. Mısır hem koçan halinde hem de tanelenerek saklanmaktadır. 


Tahıl ürünlerinin yanı sıra köyde meyvecilik de yapılmaktadır. Her aile evinin etrafında, tarlasının kenarında düzenli bahçe özelliği göstermeyen şekilde meyve yetiştirmektedir. Bu meyvelerden hazırlanan çeşitli yiyecekler vardır. Bunlar hoşaf, pekmez ve ekşiliktir.

 

Hoşaf,  iki şekilde yapılmaktadır;

 

Birincisi olgunlaşan meyveler toplanır, bunlar bıçakla ince dilimler halinde kesilir. Temiz bezle çullara yayılarak güneşte kurutulur. Bunlara yerel olarak “gün hoşafı” denir. Elma ve armuttan yapılır. Bir de fırın
hoşafı vardır. Bunlar da değişik meyvelerden yapılır. Tamamen veya kısmen olgunlaşmış  olan meyveler önce büyüklüğüne göre ayrılır. Büyük meyveler dilimlenir, küçük meyveler ise dilimlenmeden hazırlanır. Bu meyveler bazen de kuvvetli iplere dizilerek fırına konur. Fırında en az iki gün kalan bu meyveler çıkarılıp yine güneşte bekletilir, daha sonra da fazla rutubet olmayacak şekilde sandık, kutu gibi kaplara konularak depolanır. Sadece elma ve armuttan yapılan pekmez ise şu şekilde hazırlanmaktadır;

 

 

 

Pekmez yapmak için kullanılan “şınavat”, meyvelerin sıkıldığı bir pres kısmı olan ve presten akan şıraların toplandığı ağaçtan yapılan bir alettir. Ekşilikte yapım işlemi pekmez yapımının aynısı olup, sadece yapımında “acık” denilen ekşi elma türü kullanılmaktadır. İştah açıcı özelliği olduğu için yemeklerde de yer almaktadır.

 

 

 

 

Ayrıca yörede yetişen, yerel adı “dana daşşağı” olan tadı ekşi erikler olgunlaşmadan toplanır, ikiye yarılarak çekirdeği çıkarılarak gölgede kurutulur. Özellikle erişte çorbasında bu eriğin kurusu kullanılmaktadır.

 

2.Kış Hazırlıkları

 

Köylüler tarafından yaz ve sonbahar aylarında kışa yiyecek hazırlamak amacıyla çeşitli işlemler yapılmaktadır. Bu hazırlıklar şu şekilde anlatılmaktadır;

 

Patateslerin kış mevsiminde kuyuda saklanması her köylü tarafından yapılmaktadır. Ekim ayında patatesler hasat edildikten sonra, doğrudan yağmurdan etkilenmeyen bir alanda ihtiyacı karşılayacak büyüklükte kuyu kazılır. Kuyunun dibine ve yanlarına bol miktarda kuru ot konur. Patatesler kuyunun içine doldurulur, üzeri de kuru otla örtüldükten sonra tahtadan kuyuya kapak yapılır. İhtiyaç oldukça kapak aralanarak patatesler alınır ve kullanılır. 

 

 

Bölgede oldukça sık yetiştirilen kara lahana, sapla yaprağın birleştiği yerin tam ortasından kesilir. Bunlar önce yıkanır,temizlenir. Daha sonra da büyük kazanlarda haşlanır. Haşlama işlemi bittikten sonra soğuk sudan geçirilir ve kurumak üzere yağmurdan etkilenmeyen bir alanda iplere veya ince ağaçlara takılarak kurutulur. Kış mevsiminde bunların yaprak kısmıyla sap kısmı ayrılır. Kuruma esnasında sararan yapraklar ayrılır. Düzgün yapraklardan lahana sarması çorbası veya yörede bilinen diğer yemekleri yapılır. Bunun yanında iki-üç kilo büyüklüğünde kabaklar tam olgunlaşmadan toplanır, temizlenir. Güneşte kurutulur. Buna kabak kurutması denir.

 

Ayrıca köyde çeşitli otlar ve meyveler kış için saklanmaktadır. Yörede hoşkıran adıyla bilinen bir otsu bitki bulunmaktadır. Bunun yaprakları ilkbaharın sonlarında toplanır. Gölgede kurutulup yemeklik olarak saklanır. Kızılcık ve muşmula da eylül ve ekim aylarında hasat edilir. Rutubetten etkilenmeyecek şekilde kuru ot veya saman içinde saklanır. Kızılcık güneşte kurutularak saklanmaktadır. Kızılcık kurutulup saklandığında hem komposto olarak kaynatılıp içilir, hem de içecek hem de ekşimsi tadından dolayı bazı yemeklerde katkı maddesi olarak kullanılacak şekilde hazırlanır. Aynı zamanda taze mısır ekmeği “kiren katığı”nın içine doğranarak yenir. Ayran ve yağ katılmayan mısır çorbasına da katılır. Mısır çorbasına ekşimsi bir tat katmaktadır. Elmalar ve kışlık  armutlar toplandıktan sonra uzun süre dayanması için saman içinde saklanmaktadır.

 

 

Turşu yapılışı;

 

Fasulyeler hasat edildikten sonra ayıklanıp temizlenir, geniş kazanlarda haşlanır. Haşlandıktan sonra sinilere alınır, soğumaya bırakılır. Bu esnada da turşunun içine konulacak sarımsak ve tuz hazırlanır. Sarımsak soyulup tuzla birlikte dövülür. Bir miktar fasulye konulduktan sonra sarımsak suyla birlikte ilave edilir. Kalan fasulyelerde üzerine doldurulur. Daha sonra fasulyenin üzerine çıkacak kadar soğuk su ilave edilir. Üzerine küçük fındık dalları  yapraklarıyla birlikte döşenir. Üzerine küçük bir ağırlık konulur. Olgunlaşmaya terk edilir. Yaklaşık iki hafta sonra yenecek duruma gelir.

 

 

Turşu kapları olarak  eskiden özellikle kestane veya meşeden yapılmış variller kullanılırmış. Ancak günümüzde bu kaplar yoktur. Bunların yerini seramikten yapılan içi sakızlanmış küpler almıştır. Tarhananın hazırlanması ise köyde şu şekilde yapılmaktadır; 


Tarhana için genellikle ekşi ayran kullanılmaktadır. Ekşi ayran için mayıs ayında başlamak üzere geniş bir kaba her hafta ayran biriktirilir. Belli bir süre sonra koyu maddesi dibe çöker, suyu üzerine çıkar. Bu kaba yeni ayran ilave etmeden önce suyu süzülür, bu işlem yaklaşık iki ay devam eder. Ayran hazır hale geldikten sonra buğdaydan hazırlanan aşlıktan tarhana yapılır. Hazırlanan ekşi ayran büyük bir kaba konularak kaynatılır. Kaynama esnasında ayranın kesilip çökeleğe dönüşmemesi için sürekli karıştırılır. Ayran kaynadıktan sonra bir taraftan aşlık ilave edilir ve karıştırılmaya devam edilir. Bu işlem kepçe hareketini zorlaştıracak koyu kıvama gelinceye kadar sürdürülür. Daha sonra bu kabın ağzı  sıkıca kapatılıp soğumaya terk edilir. Yaklaşık on iki on beş saat sonra temiz bir beze dökülür, kurumaya bırakılır. Kurutulduktan sonra temiz torbalara doldurularak saklanır.

 

 

3.Süt Ürünleri

 

Süt ürünlerinden hazırlanan çeşitli yiyecekler de bulunmaktadır. Bunlardan biri “keş”, diğeri ise “çökelek”tir.  Çökelek yapılışı şu şekildedir;

 

 


Köyde kış hazırlıkları sadece insanlar için yapılmaz. Hayvanlar için de kış hazırlıkları yapılmaktadır. Bu hazırlıklar şunlardır;“Eylül ayı sonlarında yapraklarda sararma belirtileri görülmeye başladığında pelit ve gürgen ağaçları budanır. Toplandıktan sonra birbirine yakın duran iki ağaç arasına yerden 1.5-2 m yüksekliğinde bir yerden destek konulur. Bunun üzerine budanmış yapraklı dallar düzgün bir şekilde istiflenir. Bu istifleme işine yığın yığmak denir. 3-5 m yüksekliğindeki bu yapraklı çalılar üzerinde çapraz şekilde iki adet yerleştirilir. Buna gergi denir. Bu şekilde yığınlar şubat sonlarına kadar bekletilir. Bunlar kızakla veya insan gücüyle taşınır. Yeşilliği kaybolmayan bu çalıların yaprakları bir sopa yardımıyla çırpılır ve hayvanlara verilecek samanın içine karıştırılır. Bu şekilde yemektedirler.” (Görür,Bayram;2001)

 

 

Ayrıca mısırların çapalanmasından sonra verimin yükseltilmesi amacıyla seyreltme yapılmaktadır. Halk arasından bu seyreltmeye mısır sıkı alınması denir. Seyreltme sonucu alınan mısırlarda, güneşte kurutularak hayvanlara kış mevsiminde yedirilmektedir. Diğer taraftan mısırların hasat edilmesinden sonra mısır sapları koçanlarından ayrılarak kurutulmaktadır. Bu mısır saplarına köylüler “gercin” adını vermektedir. 

 

 

4.Yemek Tarifleri

 

Bu kısımda köyde oldukça sık yapılan ve köye özgü yemeklere yer verilmiştir. Bu yemekler köydeki her davette veya düğünde mutlaka yapılmaktadır. Ayrıca  her evde her zaman  bulunabilen yemeklerdir.

 

Mısır çorbası, daha önce bahsedilen mısır aşlığından yapılmaktadır. Yapılışı şu şekildedir;Büyükçe bir kaba su konulur. O ısınmaya başlarken yeterince aşlık ilave edilir. Yaklaşık yarım saat sonra mısır aşlığının bir kısmının dış kabukları suyun yüzüne çıkar onlar bir kepçe veya kaşık yardımıyla alınır. Bu işlem iki defa yapılır. Eksilen su tamamlanır ve pişmeye bırakılır. Mısır çorbasının özellikle odun ateşinde ve uzun süreli  pişmesi, çorbanın lezzetinin ve kıvamının belli bir özelliğe gelmesini sağlar. Bu mısır çorbasına hiçbir katkı maddesi ilave edilmez. Piştikten sonra ayran katılarak yenir. Buna sade mısır çorbası denir. Ayrıca aynı şekilde hazırlanan mısır çorbasına katılan aşlığın yarısı kadar beyaz fasulye ilave edilerek fasulyeli mısır çorbası  da yapılmaktadır. Bir başka yapılış şekli ise şöyledir;mısır çorbasının pişme süresinin  yaklaşık yarısına gelindiğinde ince doğranmış kara lahana ilave edilir. Buna da pancarlı mısır çorbası denilmektedir. Mısır çorbası nasıl yapılırsa yapılsın sadece ayran katılarak yenilmektedir. Ayran olmadığı zamanlarda, özellikle  kış mevsiminde  ekşi katılarak da yenilmektedir.


Kara Lahana Sarması 

Lahanalar sapları ayıklandıktan sonra haşlanır ve kevgirden (ilistir) süzülür. Soğuk sudan geçirildikten sonra sarılacak  hale gelmektedir.

 

 

 

 

Lahana Toğgası

Kara lahana yaprakları önce haşlanır, daha sonra soğuk sudan geçirilir. Mümkün olduğunca ince bir şekilde doğranır. Pişirme kabına tereyağı ve soğan ilave edilir. Doğranmış lahana kaba konur, üzerine yeterince sıcak su ilave edilir. Su kaynayıncaya kadar bir başka kapta mısır unu soğuk su ile bulamaç haline getirilir. Kaynamış olan lahananın üzerine ilave edilir. Bir süre karıştırılır. Çorba kıvamına gelinceye kadar su katılır. Kaynadıktan sonra soğumaya bırakılır.

 

Pancar Kavurması 

Ayıklanan pancarlar ince ince doğranır. Daha önce kaynamaya başlayan suyun üzerine dökülür. Lahanaları özellikle damar kısımlarından kontrol edilerek pişmesi sağlanır. Piştikten sonra üzerine yeteri kadar bulgur ilave edilir. Yaklaşık 10-15 dakika karıştırılır. Daha sonra da bir iliştire boşaltılır. Ancak sıcak su ilistirin altında bir kapta bekletilir.İlistirin üzerine temiz bir bez örtülür. Onun üzerine bir kap konularak ağırlık yapması sağlanır. Soğumaya bırakılır. Bu soğuma işlemi esnasında bulgurlar artık şişti denilerek, altındaki su alınır, kullanılacak yere kaldırılır. 10-15 dakika kavrulur. Servise hazırlanır, baharat ve fasulye turşusu ile birlikte yenir.

 

Börek 

Bunun için önce börek içi hazırlanır, yeterince yufka açıldıktan sonra saç üzerinde kurutulmadan pişirilir. Buna soldurma da denir.


Soldurulan yufkalar rulo yapılır. Bu rulolar mümkün olduğunca ince kıyılır. Bu bol tereyağda kavrulur. Börek hemen yapılacaksa 8-10 adet yufka açılır. Yufkaların börek yapılacak sininin büyüklüğü kadar olmasına dikkat edilir. Bu esnada börek sinisi hazırlanır, iyice temizlenen sini ateşte el dayanacak kadar ısıtılır. Tereyağı ile tabanı ve kenarları iyice yağlanır. Birinci yufka siniye yerleştirildikten sonra üzerine hazırlanan içten konulur, ikinci yufka yerleştirilir. Tekrar iç katılır, bu şekilde sekiz on gözlemeye tamamlanır. Az yanan ateşte kızartmaya başlanır. Bu arada hazırlanan börek oklava  ile birkaç yerinden delinir. Pişme işi ilerledikçe delinen yerlere küçük tereyağı parçaları yerleştirilir.  Daha sonra eşdeğer büyüklükte bir başka sini yardımıyla ters çevrilir. 15-20 dakika sonra pişme işlemi tamamlanır.

 

 

 

 

Baklava 

Baklava 

 

Baklava için hamur birkaç saat önceden mayalanır. Hamur hazır hale gelinceye kadar ceviz veya fındıklar kırılır,  fındık  veya ceviz içi temiz bir bez torbaya konur , torbanın ağzı kuvvetlice bağlanır, içi fındık veya ceviz dolu torba yufka tahtasında oklava yardımıyla ezilir.  Mayalanma süresi biten hamur hazırlanarak yufka açılır. Açılan yufkalar 1-2 cm genişliğinde dilimlenir,  üzerine hazırlanan ceviz veya fındık ezmeleri konur ve üzerine katlanarak şerit haline getirilir. İçine bir miktar tereyağı eritilmiş olan sini veya börek tavasının ortasından başlanarak daire şeklinde yerleştirilir. Yeterince yağ ilave edildikten sonra hafif ateşte pişirilir. 


Ekmek Dolması 

Önce yufkalar açılır, sacda pişirilir, daha sonra rulo şeklinde dürülür. Rulo şeklinde yufka ortadan kesilerek ikiye katlanır. Bunlar 1-2 cm büyüklüğünde kesilir, düz sahana yerleştirilir. Sarımsaklı yoğurt hazırlanarak üzerine dökülür. Bunun üzerine de eritilmiş tereyağı dökülür ve yenir.

 

 

 

 

Bileki

 

 

 

Kül Çöreği

 

 

Özellikle şöminesi olan evlerde şömine iyice yakılır ve tabanının yeterince ısınması sağlanır. Daha sonra taban açılır ve hazırlanan hamur sıcak taban üzerine yerleştirilir. Hamurun üzeri lahana yaprakları ile iyice kapatılır. Üzerine önce sıcak kül dökülerek kaplanır, daha sonra da közle üzeri örtülür.  Kül çöreğinin diğer bir adı da değirmen çöreğidir.  Daha önce belirtildiği gibi köylüler kışlık unlarını su değirmenlerinde öğütmekteydiler. Özellikle güz mevsiminde hasattan sonra köylüler kış boyu tüketecekleri kadar un öğütmek durumundadırlar. Bu nedenle bu iş birkaç gün sürmektedir. Değirmenlerin evlere uzak olması nedeniyle değirmende çörek yapmak hem ihtiyaç hem de gelenektir.

 

d.Giyim-Kuşam 

Köyde giyim-kuşam artık yöresellikten çıkmış, hem kadında hem erkekte her yerde görülen türden giysilere yerini bırakmıştır. Günümüzde şehirdeki insanın giyimiyle köydeki insanların giyimi arasında herhangi bir fark kalmamıştır.

 

 

 

Erkek giysileri; iç çamaşırlar genellikle uzun don, kollu fanila şeklindedir. Gömlekler ise genelde yakasız, uzun kollu, ön kısmı göbek kısmına kadar açık, düğmeli giysilerden oluşmaktadır. Özellikle yaşlı erkekler şalvar, gençler ise pantolon giymektedirler. Yaşlılar çarık, gençler ise lastik ayakkabıyı tercih etmektedir. Çarıkların özellikle manda derisinden olanı makbul sayılmaktadır.

 

Çarıklar satın alınmaz, hemen herkesin kapısında hayvan olduğu için hastalıktan ölen veya kesilen hayvanların derileri kıllardan temizlendikten sonra çarık yapımı için kullanılırdı. Çarık için ayrılan temizlenmiş deriler bir gün önceden ıslanır, ıslanan deriler ayak ölçüsüne göre kesilir, kendir ipliğiyle dikilir. Çarıkların ayaktan çıkmaması için çarık bağı denilen kendir ipinden yapılan ipler, çarığın ayağın üst kısmına gelen yerden geçirilerek topuk üzerinden bağlanır. Buna çarık bağı denir. Çarık bağı ip yerine deriden de yapılır. Buna çarık sırımı denir. Çarık sırımı deriler ince şeritler halinde kesilir, bir çıkrık yardımıyla bükülür. İki katlı olarak çarık dikiminde ve bağ olarak kullanılır. Kadın ve erkek sadece şekil farklılığı olmakla birlikte yün çorap giymektedir. Yün çorap genellikle büyüklük açısından dizge ve topuk çorabı olarak bilinmektedir. Yünden hazırlanan kıyafetlerin hazırlanması; Kumaş yapılacak yünler önce yün taraklarında taranır, istenilen renk için yapay veya tabii boya kullanılarak boyanır. En çok kullanılan tabii boya ceviz karasıdır. Ceviz yaprakları veya meyvelerinin dış kabuğu boyanın hammaddesidir. Parçalanan ceviz yaprakları veya kabukları içine bir miktar soda katılarak geniş bir kapta uzunca bir süre kaynatılır.  Boyanmak istenen yün veya eğrilmiş ip içine bastırılır. Bir saat kadar bunlar kaynatıldıktan sonra çıkarılır, kurumaya bırakılır. Boyanan yünler sömek denilen yün parçaları halinde öroğu (öreke) denilen basit el âletinde sarılır. Ortasından bir ip veya kumaş parçasıyla bağlanır. Bir iğ yardımıyla eğrilir. Eğrilen ipler iki kat olarak çıkrıkta bükülür. Böylece dokuma  malzemesi tamamlanmış olur. Tamamlanmış olan bu malzeme istenilen kumaşın uzunluğuna ve enine göre ip çözme diye tabir edilen bir işleme tabi tutulur. Mesafesi daha önce tespit edilen uzaklıkta yan yana iki tane kazık karşılıklı olmak üzere  çakılır. İpler bu kazıklar arasına gergin bir şekilde çekilir. Boyuna çekilen bu iplerin arasından geçirilmek üzere daha ince olan başka bir ip hazırlanır.  Dokuma arasına dokumanın istenilen sıklıkta olması için kılıç denilen ahşaptan yapma özel alet kullanılır. Bu şekilde dokunmuş olan kumaşa yün valası denir. Bunun giyim eşyası olarak kullanılabilmesi için dışa sarkan kılların temizlenmesi gerekmektedir.  Bunun için aralıkları çok dar olan düzgün iki ağacın arasından birkaç defa geçirilir. Bu şekilde kesilip dikilerek kumaş haline gelir. Bu kumaştan ceket (çaka), pantolon (şalvar) ve yelek yapılmaktadır. Bu elbiseler daha önce elde dikilirken 1970’li yıllarda komşu köy olan Gedikli köyüne ikamet eden Sabri ORAL’ın elle çevrilen dikiş makinesinde yapılmaya başlandığında çok önemli bir teknoloji gibi ilgi görmüştü. Yazın da erkekler aynı kıyafeti tercih etmektedirler. Bölgenin iklimi karasalla Karadeniz iklimi arasında kaldığı için yaz mevsiminde de hava çok fazla sıcak olmamaktadır. Bu yüzden yünden yapılan kıyafetler yazın da köylüler tarafından kullanılmaktadır. Yün kumaştan yapılan kıyafetlerin dışındaki giysiler kısmen ilçeden kısmen de komşu ilçeler olan Niksar ve Ünye’den alınmaktadır. Ancak 1954 yılında Akkuş’un ilçe olması nedeniyle zaman içinde bu ilçelerden yapılan alışverişler azalmıştır.

 

 

 


Erkekler için kullanılan elbiseliklerin mümkün olduğunca ince ve esnek özellikte olanları kadın giysileri için kullanılır.Kesimi ve dikimi oldukça basit dikdörtgen şeklindeki giysiyle “dolama” adı verilir. “Vala” denilen şeyler yan yana dikilir. Bu dikiş yerleri bulunabilen her türlü sade veya renkli boncuklarla süslenmektedir. Bu dolamalara “boncuklu dolama” denir. “İşlik” ise kadınlar için en çok önemsenen ve saygınlık göstergesi olan giysidir, ipek veya ince, renkli kumaşlardan yapılan, belden yukarıyı kapatan, yakasız, göbek üzerinde en fazla   üç düğmesi olan giyecektir. İçliklerin yakasına omuzdan başlamak üzere farklı renklerde bir cm genişliğinde iki ya da üç şerit dikilir. Bunun üzeri de teyelle süslenir. Yarım etek, işliğin belden alt kısmına yaklaşık yirmi cm düz etek yapılarak giyilen giysidir. Yarım etek denmesinin sebebi de eklenen parçanın etek yerine kabul edilmemesindendir. “Etekçek”,, bu da genç kadınlar için önemli itibar ifade eden renkli kumaşlardan yapılan yakasız, belden aşağı pilili, geniş olan günümüzde entari denilebilecek türden giysilerdir. “Alaca” kadınların elbise altına kullandıkları giysidir. Renkli kumaşlardan dikilir.Belden dize kadar olan  üst kısmı ve alt kısmı lastiklidir.Bu giysinin özelliği de kesilirken ölçü belden topuğa kadar alınır. Alt kısmına lastik takıldığı için dize kadar çekilerek giyilir. Ancak günümüzde bu  elbiselere rastlanmamaktadır.

 

Genç erkekler ve kızlar için de giyim – kuşam eskiden aynı özellikleri göstermekteyken, günümüzde ise şehirle aynı özelliği taşımaktadır. Genç erkekler pantolon, gömlek, ceket ve çoğu zaman da kotu tercih ederken, genç kızlar etek, üzerine örme kazak, yazın uzun kollu gömlekler ve ince çorap kullanmaktadırlar. Köyde gelin giyimi boy entari, işlik ve duvaktan oluşmaktadır. Bele saçaklı kuşak bağlanır. Bu kuşak çok renklidir. Boy entari ise basmadan yapılan renkli bir giysidir. Duvak ise iki farklı renkli yazmanın iki köşesinin birbirine dikilerek, bir köşesinin bulunduğu yere hafif topuz olacak şekilde parça konulmasıyla yapılmaktadır. Topuzlu kısmın başın tam üzerine gelmesine dikkat edilmektedir. Gelin giyiminin  çok fazla özelliği ve ayrıntısı yoktur. Güvey giyimi için özel bir kıyafet yoktur. Güvey herhangi bir takım elbise giymektedir.

 

 

III. Bölüm; Sosyal Yapı

 

A.Aile Yapısı
Aile yapısı çok kalabalık geleneksel aileye dayanmaktadır. Ancak günümüzde köyde çekirdek aileden bile bahsetmek zordur. Köyde oturanların yaş ortalaması genellikle 50-70 arasında değişen, çocuksuz ailelerdir. Bu ailelerin çocuk sayıları fazla olmasına karşın göç olgusundan dolayı başka şehirlere yerleşmişlerdir.

 

 

 

 

C.Akrabalık Bağları ve Düzeni 

C.Akrabalık Bağları ve Düzeni 

 

Akrabalık bağları sadece anne ve babadan gelen bağlardan ibaret değildir. Anne ve babadan gelen akrabalıklar yanında sülale akrabalıkları da ilişkiler açısından önemini korumaktadır. Gurbete giden çocuklar kendi köylerinde yapılacak her türlü toplumsal olay da kimi zaman doğrudan kimi zaman da dolaylı olarak katkıda bulunmaktadır. Örneğin muhtarlık seçimlerinde etkinlikleri olduğu gibi cami, köprü ve köyde yapılan çalışmalara maddi katkılarda bulunmaktadırlar. Bu katkı da akrabalık derecelerinin önemli rolü vardır.

 

D.Eğitim ve Öğretim Kurumları  

Köyde 1966 yılında yapılan bir tane okul bulunmaktadır. Bu okul öğrenci olmaması nedeniyle son on yıldır kapalıdır. Komşu köylerle kıyaslandığında nüfusuna oranla en fazla eğitimli insan bu köyün nüfusuna kayıtlıdır.  Köy halkı fakirliğin etkisinden ve çocuklarının daha iyi iş bulma isteğinden dolayı eğitime kendi olanakları çerçevesinde çok ciddi önem vermişlerdir. Eskiden köyde okul bulunmadığı dönemlerde de çocukların çevre köylerin okullarına göndererek okutmuşlardır. Köydeki birçok insanın çocuklarını okutma nedeni de kendilerinin yapamadığı tahsili çocuklarının yapmasında çok istekli olmalarıdır. Bu şekilde birçok meslekten insan yetişmiştir. 


Bu mesleklerde yetişen insanların büyük bir kısmı Çukurköy nüfusuna kayıtlı olup çevre köylerdeki okullarda ilköğrenimlerini tamamladıktan sonra diğer şehirlerde yüksek öğrenimlerine devam etmişler ve köyle ilişkilerini koparmamışlardır. 


E.Din ve Dini Gruplar  

Köyün tamamı Müslüman’dır. İki adet cami bulunmaktadır. Bu camilerde önceden belli dönemlerde çocuklara imamlar tarafından dini eğitim verilmiştir. Fakat son 20-25 yıldır bu yapılmamaktadır. Köy çoğunlukla Sünni mezhebindendir. Birkaç hanede  Alevi bulunmaktadır. Ancak kendilerine özgü ibadet yerleri ve yaşayış tarzları yoktur.  

 

A. Töreye Dayalı Çeşitli Uygulamalar

 

 

 

Eski zamanlardaki kız kaçırma olayları aileler arası kavgalara sebep olmuştur. Ancak bu kavgalar ölümle sonuçlanabilecek durumlara yol açmamıştır. Böyle bir durumda mutlaka iki tarafın ileri gelenleri bir araya gelir, buna zaman zaman köyün ve çevrenin ileri gelenleri de katılır. Kız tarafı razı edilerek olaylar tatlıya bağlanır. Tatlıya bağlanamayan olaylarda ise devlet birimlerine müracaat edilir, yasal yollardan işler sonuçlanır. Bu gibi olaylarda yaralama  gibi durumlarda olmuştur. Bu aileler arasında sürekli bir kin gütmeye sebep olmuştur. Kız kaçırma sonucu aileler arasında  kız ve damat ile üç seneyi geçmemek suretiyle konuşmama gibi durumlarda yaşanmıştır. Bazı kız kaçırma olaylarında da taraflar anlaşamamış, kız, baba evine iade edilmiştir.

 

 

b.İmece/Yardımlaşma 

b.İmece/Yardımlaşma İmeceyi burada iki şekilde değerlendirmek gerekir. Bunlardan birisi köyün ortalaşa menfaatlerini ve ihtiyaçlarını karşılayan imecedir, diğeri de daha çok yardımlaşma amaçlı kişilerin ya da komşuların kendi işlerini ortaklaşa yapmaları şeklinde karşımıza çıkmaktadır. Köyün adına yapılan ortak çalışmalar çok sık gündeme gelmemekle beraber, yol, köprü, okul, cami gibi konularda imeceye başvurulur. Köylülerin kendi aralarında yardımlaşması ise akla gelebilecek her konuda olmaktadır. Örneğin birlikte çift sürme, mısır çapalama, meyve hasadı, orak biçme, odun taşıma gibi her konuda olabilmektedir. Köyde yaşayanlar günümüzde de bu tür yardımlaşmaları devam ettirmektedirler. Köyün ortak ihtiyaçlarındaki imece hemen hemen kalkmış durumadır. Bunun başlıca nedeni köy yollarının artık devlet tarafından yapılması, okulun kapalı olması gibi durumların yanında köyde kalanların yaş ortalamalarının yüksek olması da bunda etkili olmuştur. Bir başka yardımlaşma şekli de köyde yapılacak işler için  göç etmiş insanların, köylerinde yapılacak işlere ilgi göstererek maddi katkıda bulunmasıdır. Bu şekilde insanlar doğdukları köyle ilişkilerini kesmeyerek oraya yardımcı olmakta, doğdukları yere olan manevi borçlarını ödediklerini düşünmektedirler.

 

Ayrıca, büyük tarlalarda imece ile hasat yapılırken tarla sahipleri hem aldıkları ürün için Tanrı’ya şükran duygularını ifade etmek hem de
imeceyi bir şenlik havasına çevirmek için tarlada kurban kesmekteydiler. Günümüzde bu tür olaylara rastlanılmamaktadır.

 

 

c.Konuk Ağırlama 

c.Konuk Ağırlama Çok özel bir ağırlama şekli olmamakla birlikte “ bir evden bir eve gelen misafirdir” anlayışı ile köye gelen insanlar yedirilir, içirilir ve yatırılır. Bu ağırlamada daha çok yöresel yemekler tercih edilir. Gelen misafirin statüsüne ve köye yararı dokunup dokunmamasına göre bazen canlı hayvan kesilerek  yedirilir.

 

 

Eskiden, otuz-kırk yıl öncesinde konuk ağırlama da adeta bir şenlik edasıyla kimi zaman davullu zurnalı ağırlamalar olduğu bilinmektedir.
Bu tip ağırlamalara “kavum” adı verilmektedir. Bu ağırlamalarda sadece yedirme, içirme değil aynı zamanda konuğu hoşnut etmek için gençler tarafından yöresel birtakım oyunlarda sergilenmektedir.

 

 

 

Mevsim olarak uygun olmayan ya da tarımsal açıdan yararlı görülmeyen zamanlarda aşırı yağmur yağması, dolu ve sel vurması gibi durumlarda kimse görmemiş olsa bile yörede bir canavar olduğu, bu canavarı da ancak büyük sellerin denize taşıyacağı ve yörenin canavardan kurtulacağına inanılır. Köylülerin cinlerle ilgili çeşitli inanışları da vardır. Bu inançlar cin çarpması, ecinni sofrasına rastlanması, uğursuz olduğu sanılan yerlere insanların tuvalet ihtiyacını gidermeleri şeklindedir. Bazı insanların cinlerle konuştuğu, dolayısıyla gaipten haber verdiklerine de inanmaktadırlar. Bu gibi durumlarda cinlerle konuştuğu düşünülen insanlara giderek, cinleri bağlatarak onlardan kurtulduklarına inanmaktadırlar. Bazen bunun için muska yapan hocalar da bulunmaktadır. Daha çok başka köylere gitmektedirler. Muskadan aynı zamanda şifa da beklenmektedir.

 

Şifa muskası da bir kağıda yazılan Arapça birkaç dua ya da harften ibaret olduğu gibi, “hamaylı” denilen yine aynı şekilde yazılan, yaklaşık beş cm genişliğinde insanın boyunun iki katı olan muskalarda vardır. Bu muskaları, su geçirmeyecek herhangi bir muşambayla insanlar üzerinde taşımaktadırlar.

 

Bunların dışında kurşun dökme geleneği de mevcuttur. Kurşun dökme işi kutsal olduğu sanılan bir aileden gelen veya kutsal aileden el aldığına inanılan kişilerce yapılmaktadır.

 

 

Ayrıca yeni doğan bebeklerin yanına her türlü kötülükten korunması amacıyla Kuran-ı Kerim konulmaktadır. Sürekli ağlayan bebeklerin ağlamasını dindirmek için de tuz çevirme yöntemine başvurulmaktadır. Ocakta yanan ateşin üzerine bir avuç kalın tuz atılır. Bu tuz ses çıkararak yanarken çocuk ateşin üzerinde ayaklarından tutularak bir iki defa döndürülür. Buna tuz çevirme denilmektedir. Ayrıca küçük çocukların çeşitli olağanüstü varlıklar tarafından boğularak öldürüleceğine inanılmaktadır. Buna “sübyan” denilmektedir. Bunun için de çocuğun bulunduğu Kuran-ı Kerim ve metal parçası (bıçak, makas vb.) konulmaktadır. Doğumdan sonra da kırk gün geçene kadar kadının ve çocuğun bulunduğu odaya yabancıların girmesi uğursuz sayılmaktadır.  


Bu inanışlardan başka köyde yaygın herhangi bir inanışa rastlanmamaktadır.  

 

 

 

Yapılış şekline göre kez veya direk üstü olarak adlandırılan evler çatı şekline göre de beşik üstü veya çadır ayağı şeklinde adlandırılır. Kez biçimine göre yapı; evin boyutuna göre seçilen ağaçlar, köşelerde üst üste geldikleri yerde her iki ağacın birbirine uygun şeklinde yontularak arasında açıklık kalmayacak şekilde yerleştirilmesiyle yapılır. Bu ağaçlar genellikle çok büyük ağaçlar olup, pelit veya çam olması önemli özellik sayılır. “Kez”, yapılarda kullanılan ağaçların üst üste gelen yerlerinde balta, keser, testere gibi aletlerle yapılan oyuklardır. “Direk üstü”, bu tür yapı günümüzdeki anlayışa  yakın yapı şeklidir. Evin yapılacağı alanda temel kazısı yapıldıktan sonra evin büyüklüğüne göre direk yerleri ve sayıları tespit edilir. Bu direkler iki şekilde adlandırılır. Ana ve yan direkler. Ana direklerin üzerine oturtulacağı “dokurcum taşı” denilen büyük, bir tarafı mümkün olduğunca düz taşların üzerine dikilen ana direkler genellikle iki-iki bucuk metre arasında yüksekliktedir. Bu şekildeki direklerin üzerine kolon yerine seçmek üzere her cepheye iki adet ağaç yerleştirilir. Alttaki direklerin üzerine denk gelecek şekilde ve aynı sayıda yeni direkler dikilir. Köşegenlerin kesiştiği, yere diğer direklerden daha kalın tek bir direk dikilir. Bu direğe “baba direk” denir. Bu direğin üzerinden köşelere birer ağaç uzatılarak yerleştirilir. Bu şekilde temel yapı oluşturulur. Daha sonra da direklerin arası birinci kat taş veya ağaçla, ikinci kat ise ağaçla tamamlanır. Bu tür çatılara “çadır ayağı” denilmektedir. Diğer şekilde çatının şeklinin beşiğe benzetilmesi dolayısıyla da beşik üstü denilmektedir. Bu tür çatı, kez veya direk üstü binalarda kullanılabilmektedir. Çatılarda örtü malzemesi olarak yonga denilen örtü malzemesi kullanılmaktadır. Ancak günümüzde gerek ormanların yok olma noktasına gelmesi gerekse çok emek ve para istemesi dolayısıyla bu tür örtü malzemesi kullanılmamaktadır.

 

Genel olarak evlerin temel özelliği iki katlı olup, birinci kat ahır, ikinci kat ise mesken olarak kullanılmasıdır. Evlerin yapımında herhangi bir süsleme ya da farklı adlandırılmalara rastlanılmamaktadır.


VII. BÖLÜM : TÖRENLER


A.Geçiş Törenleri

 

a.Doğum : Doğum için herhangi bir özel bir hazırlık yapılmaz. Doğumdan sonra çocuk yıkanır, hazır kundak varsa kundağa yerleştirilir ve  her çocuk için beşik kullanılmaktadır. Bunun dışında çocuk için herhangi bir uygulamaya rastlanılmamaktadır.  


b.Ad Verme: Adlar genellikle aile büyükleri tarafından belirlenmektedir. Ad seçiminde daha çok aile büyüklerinin veya onların atalarının adları tercih edilmektedir. Ad koymak için çocuğun bir kulağına ezan okunur, diğer kulağına ise yüksek sesle üç defa ismi tekrarlanmaktadır. Ad verme bu şekilde olmaktadır.  


c.Sünnet: Sünnet için genellikle işlerin bittiği güz mevsimi seçilmektedir. Çocuklar sünnetten korktukları için sünnetçi veya aileleri tarafından kesilmeyecek, boncuk takılacak diye sakinleştirilmeye çalışılır. Sünnetçiler çevre köylerden gelerek bu işi yapan insanlardır.


d.Askere Gönderme ve Karşılama :Askere gitmeden önce askerlik pusulası gelmektedir. Askere gidecek olanların pusulası geldikten sonra, köyün gençleri ile davul zurna ve saz eşliğinde gece eğlence düzenlenmektedir. Bunun dışında da askere gidecek gencin ailesi tarafından asker daveti yapılmaktadır. Gitme günü geldiğinde köy halkı toplanarak davul zurna eşliğinde köy çıkışına kadar uğurlama yapılmaktadır. Askere gidenlere çeşitli yiyeceklerden oluşan bir bohça hazırlanmaktadır. Buna asker çantası denilmektedir. Ayrıca askerin yakın akrabaları belirli bir miktar harçlık vermektedirler. Asker eşleri  köyde herkes tarafından saygı görür, yapılacak her türlü iş için köylüler asker eşine yardımcı olmaktadırlar.


Asker, dönüşünde de aynı şekilde davul-zurnayla karşılanmaktadır. Askerin dönüşünü ilk haber veren kişiye askerin ailesi ve eşi tarafından çeşitli hediyeler verilmektedir. Gidişinde olduğu gibi dönüşünde de köyün gençleri tarafından eğlence düzenlenerek askerin dönüşü kutlanmaktadır. Askerin dönüşü için de ayrıca davet yapılmaktadır. Asker dönüşü gencin birtakım hareketleri olumsuz görüldüğü takdirde “askerden geldi kırk gün havaya, kırk günde tavaya konuşur” denilerek hoşgörü gösterilmektedir.

 

e.Evlenme Hazırlıkları  ve Düğün: Evlenme gelenekleri günümüzde birçok  değişikliğe uğrasa da eskinin izleri kendini korumaktadır. Oğlunu evlendirecek aileler önce kendi akrabalarının görüşüne başvurarak yakın çevre araştırılmaktadır. Daha sonra ise uzak çevre diyebileceğimiz, mahalle ve köylerde bilinen genç kızlar sorularak istemeye karar verilmektedir.  Verilen karar öncelikle kızın ailesi üzerinde olumlu etkisi olan veya yörede hatırı sayılan kimselere söylenmektedir. Bu şekilde kızın ailesinin haberdar olması sağlanmaktadır. 


Kız istemeye gidecek aile kızın ailesine gitmek için haber gönderir. Kararlaştırılan zamanda erkeğin ailesi gidip ister. Eğer kızın ailesi olumlu düşünüyorsa onlara, ailesine, kızına ve çevresine danışacağını söyleyerek haber vereceğini söyler. Haber gelmesiyle ikinci görüşmeye gidilir. Bu görüşmede kız tarafının istekleri konuşulur. Yapılan bu görüşmede kullanılan ifadeler şunlardır;

 

 

 


-Ana sütlüğü : Her türlü pazarlığın dışında kız annesine süt hakkı karşılığı alınan ciddi bir hediyedir.

 

-Kardeş Abası :Kızın erkek kardeşine kardeş hakkı olarak alınan hediyedir.


Bu şekilde konuşma aşaması tamamlandıktan sonra söz kesilir, ardından nişan yapılır ve düğün zamanı kararlaştırılır. 


Düğünün Yapılışı : Düğünler iki gün, iki gece şeklinde yapılmaktadır. Düğünün ilk gecesine komşu düğünü denilmektedir. Bunun nedeni düğün sahibi önce yakın akrabalarını ve komşularını ağırlamaktadır. Böylece ikinci gece onlar da uzaktan düğüne gelenlere hizmet etsinler ve köydeki tabiriyle uzaktan gelenlere karşı “ yüzü çırak çıkmasın”, bir başka ifadeyle mahçup olmasın.  


Düğünün ikinci gecesine ulu düğün gecesi denilmektedir. Düğünün gündüz kısımlarında ise birinci gün damat gezdirilir. Köydeki tabiri ise
güvey çimdirmedir. 


Eskiden damat, bulunan mahalleden başka bir mahalleye gezdirmeye götürülür ve orada bir köy hamamında gençler tarafından yıkanırmış. Bu yıkanma esnasında damatla birlikte bir de erkek çocuk yıkanırmış ki bunun nedeni damadın ilk çocuğunun erkek olacağı inancından kaynaklanmaktadır. Benzeri bir durum gelin için de vardır. Damat gezdirmenin önemli özelliklerinden birisi de damatla birlikte sağdıç ve köyün gençleri da ata binerek at koştururlar. Düğün alayının geri dönüp eve yaklaştığı sırada daha önce hazırlanan kalburlar gençler tarafından kapılıp kaçırılır ve at koşturmaya bir süre daha devam edilir. Bu kalburların içinde mevsimine göre  çeşitli yiyecekler bulunur. Kız evinde gelin gezdirme işi yapılır ancak at koşturma ve kalbur olayı yoktur.Düğünün birinci günü akşamı hem kız evinde hem de damat evinde ayrı ayrı kına yakılmaktadır. İkinci gün ise damat tarafı gelin almaya giderken gelin evinde de kına yıkamaya gidilmektedir. 


“Gençler tarafından ata bindirilen   gelin davul zurna eşliğine bir çeşme başına götürülerek gelinin kınası sağdıcı tarafından yıkanır ve dönülür. Gelin almaya gidip gelinirken aynı yoldan gitmemeye dikkat edilir. Böylece damada veya geline yol üzerinde büyü yapılması engellenmiş olur. Ayrıca damat yastığının elde taşınması ve damattan bahşiş koparılmaya çalışılması vardır. Gelin at ile damadın kapısına getirildikten sonra kucağına bir erkek çocuk verilmektedir. Gelin, çocuğa bahşiş vermesi gelenek haline gelmiştir.Daha sonra gelinin attan indirilmesi için geline çeşitli hediyeler verilir.  


Köyün ileri gelenlerinden birisi, gelinin attan inmek istemediğini ve hediye beklediğini söyler, bunun üzerine gelinin ve damadın aile büyükleri çağrılarak hediye olarak ne verecekleri  sorulur. Bu hediye para olduğu gibi meyve ağacı ya da herhangi bir hayvan olabilir. Hediye faslı tamamlanınca  köydeki ürünlerden hazırlanan bir tepsi duvağın üzerinden dökülür ve gelin attan indirilir. Evin girişinde gelin kurbanı kesilir. Gelin, kurbanın kanına bastırılarak eve alınır. Ancak davulcular giriş kapısını kapatıp bahşiş almadan gelin geçemez. Davulcudan geçen gelin, önünde kapı kanatları arasına gerilmiş bir sicim bulur. Gelin bu sicimi eliyle kırarak geçmek durumundadır. İçeriye alınan gelin ve damat gençlerle bir süre oyunlar oynarlar ve daha sonra gelinin duvağı açılarak damatla birlikte düğüne katılanlara yemek verilir ve düğün bitmiş olur.

 

Düğünün bitmesinden sonra damat ve gelin yalnız bırakılır, gerdeğin ardından damat herhangi bir silahla birkaç el ateş ederek çevreye haber vermektedir. Gerdek gecesi sabahı damadın sağdıcı, gelin ve damattan aldığı bohçayı kız evine götürür, sağdıç giderken eve yaklaştığında birkaç el ateş eder. Bunun anlamı gerdek gecesi sorun çıkmadığı ve sağdıcın gelmekte olduğunun duyurulmasıdır. Sağdıç kız evine gelip bohçayı verip bahşişini alır, üç gün sonra buluşmak üzere ayrılır.

 

Yeni gelin üç gün boyunca yeni evinde iş yapmaz. Bütün hayatının su gibi temiz ve iyi geçmesi için sadece su taşımasına izin verilmektedir. Yeni evde çalışmaya el öpmeden sonra başlar.

 

El öpmek için düğünden üç gün sonra damatla gelin, sağdıçlar ve genç arkadaşları kız evine el öpmeye gitmektedirler.

 

Yemek sofrasına oturulunca damat, kayınpeder ve kayınvalideden bahşiş almak için küser, sofrada bulunanlar damadın küstüğünü, yemek yemediğini kayınvalide ve kayınpedere haber verirler, onlarda bahşiş vererek damadın gönlünü alırlar. Yeni gelin ve damat yakın akrabalarına ve köyün ileri gelenlerine de el öpmeye giderler. Onlara  hediye götürürler. Bu hediyeler gelinin sandığında getirdiklerinden oluşmaktadır. Bunlar yün çorap, kazak, iç çamaşır, kadınlar için baş örtüsüdür.

 

Düğünlerle ilgili bazı tabirler ve anlamları;

 

Yiğit yolluğu: Kızın mahallesinde bulunan gençlere verilir.


Sandık üstü: Gelinin çeyizi olan sandık evden çıkarıldığında gelinin erkek kardeşine verilen bahşiştir.


Ganil görme: Düğünün ikinci günü gelinin erkek kardeşleri, damat evini ziyarete ve hayırlı olsuna gider. Bunlara ikramda bulunulur. Bunlarda yemek sinisine bahşiş bırakırlar, usul olarak damat tarafı bırakılan bahşişin iki katını bir şeye sararak gelenlerin çantasına ya da 
cebine koyar.


Cerek germe: Damat tarafı gelin almaya giderken kız evinin gençleri, düğün alayını evin yakınında karşılayarak yol gösterir, bu gençlere verilen bahşişe de cerek germe bahşişi denilmektedir.


Aşboğaz: Damat tarafı, düğünden iki gün önce, kız evine düğüne gelecek misafirlerin yemek masraflarına katkıda bulunmak üzere çeşitli yiyecek maddeleri ve küçük baş bir adet hayvan götürür.


Düğün çadırı: Düğün ekmeğinin pişirildiği fırının yanına asılan birkaç metre basmadır, aynı basmadan davulcu ve zurnacının beline, gelinin ve damadın atlarının yanısıra, sağdıçların atlarının başına da bağlanmaktadır. 


Maiyet mehteri: Parası damadın veya gelinin tarafından ödenerek getirilen çalgıcılara denilmektedir.


Okuntu:Düğüne çağrılacaklara gönderilen hediyelere ve onların gelinle damada getirdikleri her türlü eşya ve canlı hayvana denilmektedir. Düğüne çağrılacaklara verilen hediyeler, cinsiyete, sosyal statüye, akrabalık derecelerine göre değişkenlik göstermektedir. Bunlar ayakkabı, gömlek, havlu, iç çamaşır, yazma. kadın giysisi olabildiği gibi sabun, şeker helva gibi yiyeceklerde olabilmektedir. Çağrılıların getirdiği okuntular ise her türlü ev ve mutfak eşyası olabildiği gibi yakınlık derecesine göre hediyeler değişebilmektedir.


Mahalle nöbeti: İlk düğün gecesinin sabahı çalgıcılar,  bulunulan mahalledeki evleri dolaşarak bahşiş toplarlar. Buna nöbet dövme veya mahalle nöbeti denilmektedir.


Gelin ve damat atı:Gelinin ve damadın düğün süresince binecekleri atları ifade etmektedir. Düğün sahiplerinin uygun atları yoksa komşulardan alınarak düğünden  önce saptanır. Gelin atı erkek veya dişi olabilir, ancak damat atının mutlaka aygır olması istenilmektedir.


Düğün kilidi:Düğün başlamadan önce gelinin başının üzerinde herhangi bir asma kilit kilitlenerek bir yerde saklanır, düğün süresince geline yapılabilecek bir büyü  bu kilitle engellenmeye çalışılır, düğün bitiminde bu kilit açılmaktadır.

 

Bağlama: Damat ve gelinin düğün sonrası birlikte olmasını engellemek üzere çeşitli yollardan yapıldığına inanılan büyü diye ifade edilebilecek bir olgudur.

 

Yüz Görümlüğü: Gelinin gerdeğe girmeden önce duvağını çıkarmak için damattan aldığı hediyeye denilmektedir.

 

Düğünle ilgili olarak kullanılan bazı ifadeler;  

       
Kavgasız düğün, düğün olmaz       
Düğünün kavgası sorulur      
Keşkeksiz düğün olmaz       
Düğüne gelir kırk kişi, sefasını sürer iki kişi, biri erkek biri dişi
Düğün elbisesi her gün giyilmez  

Elinen gelen düğün bayramdır  

Kambersiz düğün olmaz  

Düğün evi tak tuk el yedi biz baktık  

Dul kadının düğünü olmaz  

Düğününde kalburla su taşıyacağım  

Düğünün güzün olsun  

Düğün evi naz evi  

Kız kapısı vezir kapısı  

Bir kızı kırk kişi ister bir kişi alır  

Erişkin armudu herkes taşlar

 

Düğün yemekleri;  mevsimine göre değişkenlik gösterse de değişmeyen yemekler vardır. Bunlar; Mısır Çorbası, Keşkek, Et kavurması ve Karalahana sarmasıdır.

 

f. Ölü Gömme ve yas Tutma : Ölü gömme ve yas tutma dini inanışlar çerçevesinde yapılmaktadır. Köyde cenaze varsa, cenaze yakını
diğer köylere haber vermek için çeşitli kişiler belirlemektedir. Bu kişiler mahalle ve köylere dağılarak çevreye haber verecek kişilere haberi iletirler. Bu haber cenazenin ne zaman defnedileceği ve ölen kişinin lakabıyla birlikte belirtilmesini  içermektedir.

 

Cenazenin erkek veya kadın olmasına göre bu işlerden anlayan komşular ve imam çağrılmaktadır.

 

İlk yapılan iş ölen kişinin üzerindeki elbiseleri çıkartılarak fiziki bozukluklarının düzeltilmesidir. Ayak baş parmakları birbirine bağlanıp kollarının yanda olması sağlanır. Bir bez parçasıyla çenesi bağlanır. Gözleri açıksa kapatılır. Bu şekilde ölü, yüksek bir yere konularak üzeri örtülür. Defnedilmesine yakın bir zamana kadar komşu ve yakın akrabalar tarafından ölü beklenir. Daha sonra yine kadın ve erkek olmasına göre cenazeyi yıkayacak kişiler çağrılır. Bunlar kendine yardım edecek kişileri de belirleyerek büyük kazanlarda su kaynatırlar. Ilık suyla cenazeyi yıkarlar. Kuruladıktan sonra kefene sarılan ölü için imam helalleştirme yapar. Cenaze evinde bunlar yapılırken mezarı kazacak kişiler, sabahın erken saatlerinde belirlenir. Bu kişiler cenazenin boyunu iple ölçerek kabir kazarlar. Mezarlığa ölen kişinin   çok yakınları dışında kadınlar götürülmez. Cenazenin insanların omuzlarında taşınması makbul sayılır. Cenazeye katılım ölen kişinin ve akrabalarının tanınmışlığına, sağlığında yaptığı işlere göre değişiklik göstermektedir. Köyün camisi mezarlığın içinde olduğu için cenaze namazı mezarlıkta kılınmaktadır. Ölü dualar eşliğinde gömülür. Cenazenin gömülmesinden sonra cenaze sahibinin maddi durumuna göre “ıskat” adı altında cenazeye katılanlara para dağıtılır.

 

 


Köyde bulunan aileler neredeyse istisnasız herkes davet yapmaktadır. Herkesin ya da büyük bir çoğunluğun ortak noktası olan davetlerin çoğunluğunda da dini vecibelere  dayalı olarak Tanrı’yı hoşnut kılacak şeyler yapılmaktadır.

Başlıca davet şekilleri :

1- Asker davetleri,

2- Adak davetleri

3- Ölenler için yapılan davetler

4- Hac davetleri

5- Son yirmi yıldır Emekli davetleri,

6- Dini geleneklere uygun olarak yapılan davetler (Dini bayramlarda),

7- Diğer davetler.

 

Bunları ayrı ayrı değerlendirmeye çalışırsak;  


1-Asker davetleri, ülkemizin her yerinde olduğu gibi askerlik hizmeti hem ülke, hem de asker aileleri ve hem de askere gidenler için kutsal bir görev olarak görülmektedir.Askere gitmek hem giden için hem de aileler için biraz buruk bir sevinç yaratmaktadır. İnsanlar bu sevinci ve gururu,  akrabalarla komşularla, arkadaşlarla paylaşmak isterler. Bu paylaşımı bazı dini figürlerle birleştirerek Allah’ı hoşnut edip onun rızasını kazanmak için davet yapılır. Bu davetlere katılım çok yüksek olmaktadır. Hemen herkeste ortak bir kanaat vardır. “Asker davetine katılmak sevaptır” bu söz genç yaşlı herkesin dilinde dolaşır. Bu davet aynı zamanda askere giden kişinin sağ ve sağlıklı olarak dönmesi için bir yakarı olarak kabul edilebilir. Aynı nedenlerle askerden dönenler için de davet yapılır.

 


2-Adak davetleri,
buradan öncelikle adak anlayışı üzerinde durmak gerekmektedir. Hemen hemen akla gelen her konuda dilek dilenir. Bu dilekler çok ciddi konulardan olabileceği gibi gündelik hayatın sıkıntıları ile ilgili dileklerde olabilmektedir. Yörede adaklar daha çok kadınlar tarafından adanmaktadır. Yine yörede ataerkil aile yapısının egemen olmasına karşın hayatın ve ailenin günlük zorluklarını daha  çok kadınlar yaşamakta ve bu sorunların ağırlığını omuzlarında hissetmektedir. Bir istemin kabul görmesi, sorunun  herhangi bir şekilde çözülmesi veya beklenen  durumun gerçeğe dönüşmesi halinde Tanrı’ya  verilen bir söz ya da taahhütte bulunma olayına adak adama eylemi denilmektedir. Gerçekleşen olay için taahhüt edilen şey adak adayan kişinin sosyal, ekonomik ve toplumsal statüsüne göre değişmektedir. Adak davetlerinde bitmeyen bir tartışma vardır. O da adak sahibinin adanan şeyden yiyip yiyemeyeceğidir. Bu konuda eğer adak sahibi adaktan yiyebilir deniliyorsa sorun yoktur, ancak yiyemez deniliyorsa o zaman adak sahibinden sembolik bir para alınır ve ihtiyacı olan birine verilerek adaktan yemesi sağlanır.


2-Adak davetleri,
buradan öncelikle adak anlayışı üzerinde durmak gerekmektedir. Hemen hemen akla gelen her konuda dilek dilenir. Bu dilekler çok ciddi konulardan olabileceği gibi gündelik hayatın sıkıntıları ile ilgili dileklerde olabilmektedir. Yörede adaklar daha çok kadınlar tarafından adanmaktadır. Yine yörede ataerkil aile yapısının egemen olmasına karşın hayatın ve ailenin günlük zorluklarını daha  çok kadınlar yaşamakta ve bu sorunların ağırlığını omuzlarında hissetmektedir. Bir istemin kabul görmesi, sorunun  herhangi bir şekilde çözülmesi veya beklenen  durumun gerçeğe dönüşmesi halinde Tanrı’ya  verilen bir söz ya da taahhütte bulunma olayına adak adama eylemi denilmektedir. Gerçekleşen olay için taahhüt edilen şey adak adayan kişinin sosyal, ekonomik ve toplumsal statüsüne göre değişmektedir. Adak davetlerinde bitmeyen bir tartışma vardır. O da adak sahibinin adanan şeyden yiyip yiyemeyeceğidir. Bu konuda eğer adak sahibi adaktan yiyebilir deniliyorsa sorun yoktur, ancak yiyemez deniliyorsa o zaman adak sahibinden sembolik bir para alınır ve ihtiyacı olan birine verilerek adaktan yemesi sağlanır.

 

 

3-Ölüler için yapılan davetler, bu davetler yedisi kırkı, elliikisi ve yıl dönümü zamanlarında yapılır. Bu davetleri yapanların birinci derecede beklentileri, kaybettikleri yakınlarının günahlarının affı için Allah’ın rızasının kazanılması ve ölmüşlerinin bir anlamda manevi dünyada rahat içinde olmasıdır. Davet sahipleri Allah’ın rızasının kazanılması durumunda kendilerinin de hem  dünyada hem de öbür dünyada manen rahat olacağı düşüncesi içinde bulunmaktadırlar. Başka davetlerden bu davetlerin önemli bir farkı vardır. Bu fark, dini mezhebi, sosyal statüsü ve ekonomik düzeyi ne olursa olsun her aile tarafından istisnasız yapılmaktadır. Aynı gün akşamı can ekmeği adıyla yemek verilmektedir. Bu yemek komşu ve yakın krabalar tarafından sağlanır.

 

4-Emekli davetleri: Bu deyim son yıllarda çok kullanılır olmuştur. Adından da anlaşılacağı gibi emeklilik hakkını kazanıp köye dönen insanların şükran duygularını çevreleriyle paylaşmak amacıyla yapılan davettir.

 

5-Çocuk davetleri: Genellikle ilk çocuk sahibi olanlar, uzun süre çocuk sahibi olamayan ancak daha sonra, çeşitli şekillerde çocuk sahibi olanlar ve sünnet daveti olarak adlandirilabilecek davetlerdir.

 

6-Dini geleneklere göre yapılan davetler, Özellikle ramazan ayında iftar yemeği verilir ve teravih namazından sonrada Kuran ve Mevlit okunur. Kurban bayramlarında ise çoğunlukla yakın çevre ve akrabalar çağrılarak kurban eti birlikte yenmesi şeklinde olmaktadır.  

 

B.Kutlama Törenleri

Dini bayramlar ülkemizin her yerinde olduğu gibi köyde de Ramazan ve Kurban Bayramı olarak kutlanmaktadır. Dini bayramlarda köyün nüfusu şehirden gelenlerin sayısıyla iki üç katına çıkmaktadır.

 

 

 

İlk bayramlaşma caminin yanında yapılır. Namazdan ilk çıkan bir noktada durur, ikinci çıkan onunla bayramlaşarak yanına durur. Herkes çıkıncaya kadar bu böyle devam eder ve herkes birbiriyle bayramlaşır. Köy halkı burada iki gruba ayrılarak camiye en yakın mahallelerdeki evler,  toplu olarak teker teker ziyaret edilir. Yemek yenir, her evde mutlaka Kuran okunur ve dua edilir. Bu kutlama  köydeki bütün evler dolaşıldıktan sonra tamamlanır. Bazen bu iş iki günde bitiği gibi üç günü de bulduğu olur. Bayram yemekleri de düğün yemekleri gibi mısır çorbası, lahana sarması ve keşkekten oluşmaktadır. 

C.Bereket Törenleri

C.Bereket Törenleri

 

 

a.Adak; Adaklarda dini geleneklerden birisidir. Akla gelebilecek her konuda adak adanmaktadır. Adaklar canlı hayvan kurban edilmesinin yanı sıra ihtiyacı olanlara para, eşya, yiyecek, giyecek verilmesi de olabilmektedir. Bu konuda özellikle kadınların söylediği bir söz vardır;
bekledikleri bir olay gerçekleşmesi durumunda hiç bir şey bulamazlarsa maddi anlamda güçleri yetmezse bile “külden çörek edip itlere atacağım” diye kullanılan bir deyim herkes tarafından bilinir ve kullanılmaktadır;


b.Hıdrellez  

Hıdrellez, mayısın beşinde ve altısında kutlanır.Kutlamalar cami yanında yapılır. Bütün köy halkı, kadınlar ve çocuklarla birlikte bir şenlik havası içerisinde kutlanır. Çocuklar, gençler en güzel kıyafetlerini  giyerler. Toplu halde yemekler yenir. Oyunlar oynanır. Yumurta dövüştürülür. İlk gün Çukurköy’de kutlanan Hıdrellez, ikinci gün Kuşçulu köyü sınırları içerisinde bulunan “Ali bağışı “ denilen yerde çevre köylerin katılımıyla birlikte kutlanılır. Burada da köylüler ortaklaşa yemek yerler, ikinci gün mutlaka yağmur yağacağına inanılır”.

 

A.Konuşmalık Türler  

 

a.Ağız Özellikleri  

 

Köy halkı konuşurken, kelimeleri kendi anladıkları şekilde söylemektedirler. Konuşmalarda çoğunlukla “k” harfi yerine “g” harfi öne çıkmaktadır. Sözlükte karşılığı olmayan birçok kelimeyi halk kendi arasında kullanmaktadır. Örneğin evli kadınlar ve erkekler birbirine seslenirken  “gı” kelimesini kullanmaktadırlar. Pek çok yerde aşağılama olarak algılanabilecek kelimeler köyde bir saygı ifadesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Mesela kadınlar kocaları için “herif” ifadesini kullanırken, erkeklerde “garı” kelimesini kullanmaktadırlar. Erkeklerin kendi aralarında konuşurken bir saygı ifadesi olarak “ağa”yı söylemeleri, kadınlarda ise “eci” kelimesinin kullanımı çok yaygındır. Bazı kelimelerin yerini köyde başka kelimeler almış, bazı kelimelerinde söyleyiş şekli değişmiştir. Örneğin; fasulye için köy halkı “pağla”, patates için”kök”, pilav için “pölük”, bakla için “eşek pağlası ”  veya   “kara bakla” kullanmaktadır. Patlıcan, “baldırcan”, fındık, “hındık”,
domates, “tomatis”, civciv, “cücük”, azıcık “ecük” şeklinde söylenmektedir. erkek çocuklara ve delikanlılara uşak şeklinde seslenilmektedir. Bu şekilde örnekler artırılabilir. 

 


-Met meğrice, kuyruğu eğrice (Kösere taşı)  

-İtim itim itiver, şunu bana tutuver.  

-Püsküllüce götü var, lezzetlice eti var (Balık)
-Çarşıdan alınmaz, tadına doyulmaz. (Uyku)  

-Dağdan taştan gelir, beş bıyıklı enişten gelir. (Muşmula)
-Kel tepede doru oturur, biri kalkar, biri oturur. (Güneş ve gölge)  

 

 

-Yol üstünde kilitli sandık (Mezar)  

-Dal ucunda kilitli sandık (Ceviz)  

-Yol üstünde yağlı urgan (Yılan)  

-Boynuzu var öküz değil, çok gezer seyyah değil, yazı yazar katip değil(Sülük) Evini sırtında taşır (Kaplumbağa)  

– Gündüz seslenir gece paslanır (Balta)

 

 

 


Lakapları şu şekilde örnekleyebiliriz;

 

Kel Ali, Kedi Ömer, Pinal Tasimi, İcik Ali, Aloo, Mirt Hüseyin, Kedi Bayram, Bedel, Girebi, Kuşkafalı, Sivrikafalı, Kara Salih, Gadulu, Ganilü, Dündülü,, Delo, Tavuk Hatça, Kerim Kızı, Baba Yusuh, Kerto, Dalike, Tıkıç Kızı, Mirülü, Tokur, Godaş, Cinaz, Çapallu, Onbaşı, Acar, Kelek Hasan, Cıdda, Pitigil, Torungil, Kelük Haydar, Kepi, Yımbıl, Hındık Ali, Dandal, Memülü, Çolakgil, Zımba, Körüsünlü, Gücük, Hındılı, Bükrü, Leyli, Timini, Eğri boyun, Zevle boyunlu, Sulu ağız, Yalama, Buruk, Kazma burunlu, …  

 

 

d.Alkış ve Kargışlar  

d.Alkış ve Kargışlar  

Alkışlar  

-Ömrün uzun olsun, düğünün güzün olsun  

-Allah sana da versin.  

-Allah olmayana da versin.  

-Ölmüşlerinizin canına değsin.  

-Allah kırandan aşırsın.  

 

 

-Önün yürüsün arkan bürüsün  

-Yerin ıssız kalmasın  

 

-Ambarının dibini görme  

-Allah yokluğunu göstermesin  


Kargışlar  

-Allah belanı versin.  

-Ocağın sönsün.  

 

-Yağlı kurşuna gelesin.  

-Gidişin olsun da gelişin olmasın.  

-Allah yüzünü ters çevirsin.  

-Allah yüzünü yüzüme göstermesin.  

-Gelme cenazeme, gelmem cenazene.  

-Boynun altında kalsın.  

 

-Boyun devrilsin.  

-Hayrını görme.  

 

-Kapı kapı dilenesin.  

 

-Kem gözlere gelesin.  

 

-Türben belirsiz olsun.  

 

-Allah belanı versin, tavuk salanı versin, horoz namazını kıldırsın.  

 

 

Atasözleri  

-Akıl olmayınca neylesin sakal, tilki bağlar yer çakal.
-Hırsız evden olursa öküz bacadan çıkar.  

-Arkadaş arkadaşın eyerlenmiş atıdır.  

-Ne verirsen elinle o gelir seninle.  

-Dil bir söyletir, ekmek iki söyletir.  

-Yılan bile toprağı tartarak yemiş.  

-Horoz ölür gözü çöplükte kalır.

 

 

 

-Yağ toplamak (dilencilik yapmak)  

-Goşan çekmek (ağır yük taşımak, gereksiz yere dolaşmak)
-Tilki çığırı bağlamak(aynı yere çok sık gidip gelmek)
-Baca günü gibi çavmak (bir görülüp bir kaybolmak)
-Gırandan aşmak (yolu tutmak)  

-Düven tahtası gibi (genç ve sağlam kadın)  


 B.Söylemelik Türler

 

 

a.Mani  

Maniye mazem sensin  

Gül yüzlü teyzem sensin  

On iki imam aşkına  

Kalbimde gezen sensin  

Yemenimi düreyim  

Aç koynuna gireyim  

Açıldıkça ört beni  

Yar olduğun bileyim  

Karşıda herk ediyor  

Hergine su gidiyor  

Hergi başını yesin  

Yarim elden gidiyor  

Böyle miydi kavlimiz  

Kör olsun gözün  

Allah’ın divanında  

Kararsın yüzün  

Yürü sevdiceğim yürü  

Topukların görünsün  

Ben aklına geldikçe  

Ciğerlerin bölünsün  

Samanlıkta kiskeler  

Boğazında muskalar  

en istedim vermedin  

Bırakın yesin minikler     

İçmem sevdiceğim bir yudum içmem  

 

 

b.Türkü

Köye özgü bir türkü bulunmamaktadır. Ancak köyde “Efiloğlu” adıyla bilinip, herkesin dağarcığında bulunan manilerin uzun hava niteliğinde söylenmesiyle oluşmuş bir türkü vardır.

 

 

Yardan ayrılmayı oyun mu sandın  

Kel tepenin taşlarına çıkıp bakmalı  

Bu köyün güzellerine altun takmalı  

Şu gürgenin tepesinde vuramadım doğanı  

Kendim gibi bulamadım sözünde duranıOyun havası şeklinde söylenen bir başka türkü de şudur;  


Oy bir sigara ver bana  

 

Bak dumana dumana  

Ne ben öldüm kurtuldum  

Ne sen geldin imana  

Kayalıktan kayarım  

Yoktur benim ayarım  

Ben bu dertten ölürsem  

 

Nazlı yarin hayali karşımda durdu.   

 

 

KAYNAKÇA   

Akkuş Halk Eğitim Merkezi Araştırmaları, 1997

Akkuş İlçe Tarım İl Müdürlüğü Kayıtları  :2000
Akkuş/ORDU


ÇOBANOĞLU, Özkul 1999
Halkbilimi Kuralları Araştırma Yöntemleri

Tarihine Giriş

Ankara : Akçağ Kitabevi

 

GÖRÜR, Bayram, 2001, Ordu 1953 Ziraat Mühendisi olan kaynak kişiyle 24.10.2001 tarihinde Ankara’da Özgül GÖRÜR tarafından yapılan görüşme ve gözlem notları.  GÖRÜR, Kasım, 2001, Ordu 1933, işçi emeklisi olan kişiyle 8.7.2001 tarihinde Ordu’da Özgül GÖRÜR tarafından yapılan görüşme ve gezi
notları. 

 

GÖRÜR, Şehri, 2001, 1953, Ordu, ev hanımı olan kişiyle 13.09.001 tarihinde Ankara’da Özgül GÖRÜR tarafından yapılan görüşme ve gözlem notları. 

 

GÖRÜR, Şahin, 2001, 1962, Ordu, memur olan kişiyle 12.7.2001 tarihinde Ordu’da Özgül GÖRÜR tarafından yapılan görüşme ve gözlem notları. 

 

GÖRÜR, M.Şirin, 2001, 1932, Ordu, ev hanımı olan kişiyle 09.07.2001 tarihinde Ordu’da Özgül GÖRÜR tarafından yapılan görüşme ve gözlem notları. 

 

GÖRÜR, Emine, 2001, 1940, Ordu, ev hanımı olan kişiyle 15.07.2001 tarihinde Ordu’da Özgül GÖRÜR tarafından yapılan görüşme ve gözlem notları.

 

 

ÇELEBİ, Muzaffer, 2001, 1950, Ordu, Emekli Öğretmen olan kişiyle 28.10.2001 tarihinde Ankara’da Özgül GÖRÜR tarafından yapılan görüşme ve gözlem notları.

 

Kaderime sayarım.  

Ormanların gümbürtüsü başıma vurdu  

EFİLO  

Kel tepenin başlarını koyun mu sandın  

Elli dirhem kurşun yesem senden vazgeçmem  

Evlerinin önünden su içmem dedim  

Yardan haber geldi vazgeçmem dedim 

Deyimler  

-Biti kanlanmak (zenginleşmek)  

e.Atasözleri ve Deyimler  

-Sana hayır dua etmem.  
-Sütümü helal etmem.  

-Seni evlatlıktan huruç ederim.  

-Afete gelesin.  

-Allah seni yüzüme bakıtsın.  

-Gün yüzü görmeyesin.  

-Yattığın yerden kalkmayasın.  

-Kesenin dibini görme.  

-Çantandan ekmeğinin ufağı eksik olmasın.  

c.Lakaplar  

Lakaplar, kimi zaman insanların geldiği ailenin isminin alaylı bir şekilde söylenişinden, kimi zaman da itici ya da hoşa giden bir hareketinden dolayı verilen isimlerdir. Bazı lakaplarda herhangi bir kişi tarafından söylenen ismin başkaları tarafından söylenmesiyle kalıplaşmıştır.  

-Meteli metten, sakalı etten. (Horoz)

-Başı sarıklı salak Osman (Sinek)  

b.Bilmeceler  

Köylüler sohbet arasında birbirlerine çeşitli bilmeceler sormaktadırlar. Bu bazen karşıdaki kişinin zeka ve bilgi seviyesini ölçmek için bazen de eğlence amacıyla sorulmaktadır. Bu bilmecelerden bazıları şunlardır;  

VII. BÖLÜM : SÖZLÜ EDEBİYAT  

 

7-Diğer davetler, yukarıda belirtilen nedenler dışında herhangi bir nedenle yapılan davetlerdir.  

Ayrıca cenaze sahibi, ölüyü yıkayan, su taşıyan, mezar kazmada yardımcı olan kişilere mutlaka para vermektedir. Aynı gün akşam cenaze evinde ölü için “can ekmeği” ve “karası” denilen yemekli bir davet düzenlenerek, Kuran okutulmaktadır. O gün yemekler komşularda pişip cenaze evine taşınmaktadır. Ancak son yıllarda cenaze evinde de yemek pişmeye başlamıştır.

g. Davetler  

Davet , konuşma ve yazma dilinde çağrı anlamına gelmekle birlikte , köyde davet; herhangi bir olaya bağlı olarak bir kişinin çevresinde bulunan kişilere toplu yemek vermesi şeklinde ifade edilebilir. 

 


-Ata binme çubuk çalma: Kız babası damat tarafına bu ifadeyi kullanırsa, istediği paranın verilmesi halinde bütün ihtiyaçların kendisi tarafından karşılanacağını ifade eder, bir başka ifadeyle düğün günü gelini alır, ata bindirir çubuğu çalar gidersin, masraflara karışmazsın anlamına gelmektedir.


-Ben sadece babacalık isterim: Damat olarak tüm eksikleri sen karşılayacaksın, bana sadece kız tarafı olarak babacalık için belli bir miktar para vereceksin anlamına gelmektedir.

VI. BÖLÜM: MİMARİ  

Köyde bilimsel anlamda bir mimari yapıdan söz edilemez. Köydeki yapılar köyde yetişen ahşap ustaları denilebilecek kişiler tarafından yapılmaktadır. Yapılar genellikle dört köşe kare bazen de  dikdörtgen biçiminde olabilmektedir. Yapı malzemesi ağaç ve taştır.

V. BÖLÜM : İNANÇ YAPISI  

Köy halkı İslam dinine bağlı  yaygın olmamakla birlikte olağanüstü varlıklara dair çeşitli inançlar mevcuttur. Bu inanışlar kaynak kişi tarafından şu şekilde aktarılmıştır.

Bir sosyo – kültürel   birimde yaşayan, bütün bireyleri bağlayıcı niteliğe sahip ve yaptırımı yazılı kurallar kadar etkili olan töre, köyde kendini gelenek, görenek şeklinde daha çok göstermektedir. Töre kabul edilebilecek şeyler tam anlamıyla bir töre disiplini içinde değerlendirmek oldukça zordur. Bu yüzden köyde herhangi bir töre hukukundan ve uygulamasından bahsedilemez. Ama kız kaçırma, imece gibi töre altında gruplandırılabilecek ve aşağıda bilgi vereceğimiz kimi uygulamalarda köyde mevcuttur.   

a.Kız Kaçırma  

Eski yıllarda köyde kız kaçırma olayları yaşanmıştır. Ama günümüzde bu kız kaçırma olayları çok azalmıştır.

IV. BÖLÜM : TÖRE VE TÖRE DÜZENİ  

B.Aile düzeni ve İlişkileri 

Aile içi ilişkiler eski ataerkil yapıyı artık temsil etmemektedir.Ailenin en büyük çocuğu, diğer kardeşler üzerinde söz hakkına sahiptir. Aile içi ilişkilerde anne ve baba mutlak olmasa da hala söz sahibidir.  

 

b.Kadın Giyimi  

Köyde kadın giyimi eski özelliğini kaybetmiştir. Erkek giyiminde olduğu gibi kadın giyiminde de herkes tarafından kullanılan ve yaygınlaşan bir tarz hakim olmuştur. Kadınlar etek, kazak ya da gömlek gibi her kadının giydiği kıyafetleri kullanmaktadırlar. Eskiden kadınlar için önemli olan birkaç giysi ise kaynak kişi tarafından şu şekilde anlatılmıştır; 

a.Erkek Giyimi

Günümüzde köydeki erkeklerin giyimi genellikle ceket, gömlek ve pantolondan oluşmaktadır. Ancak otuz-kırk yıl önceki erkek giyimi şu şekilde anlatılmıştır;

Hemen her evde farklı büyüklüklerde bileki taşı bulunmaktadır. Bu taşlar genelde yumuşak, işlenmesi kolay taşlardır. Bunlar çeşitli metal aletlerle oyulmaktadır. Ekmek yapılacağı zaman bu taşların içi ateşte ısıtılır, içi iyice temizlenir, kenarları tereyağı ile iyice yağlanır, önceden hazırlanan hamur içine yerleştirilir. Ağzı lahana yaprakları ile kapatılır. Odun közünün içine yerleştirilir, üzeri közle iyice örtülür. Yaklaşık 1-1.5 saat bekletilir, daha sonra yapraklar alınarak ekmek çıkarılır.

Ekmek

Ekmekler, çoğunlukla sacda olmak üzere fırında da pişirilmektedir. Bunun dışında çörek ve bileki olarak isimlendirilen özel ekmek çeşitleri de yapılmaktadır. Sacda pişirilen ekmekler; bazlama ekmeği, akıtma ekmek hetil ya da cılbırt denilen ekmek türleridir. Hetil ya da cılbırt, mayasız hamurdan kısa sürede pişen ekmeklerdir ve tüketimleri de kısa sürede olmaktadır. Burada özel pişirme yöntemi olan akıtma ekmek olarak adlandırılanıdır.Sac küllenerek hazırlanır. yaklaşık 20-25 cm yüksekliğinde sac ayağının üzerine konulur, daha sonra da altına yerleştirilen odunlar tutuşturulur. Ekmeklik hamur parçaları sacın üzerine konulur, bir tarafı pişen ekmekler eğeş denilen metal bir aletle alınır. Ekmeğin pişmiş tarafı taşın yüzeyine gelecek şekilde yavaşça akıtılır. Bu şekilde pişmemiş olan tarafta sacın altından gelen ısı yardımıyla ateşle doğrudan teması olmaksızın pişer. Buna kabartma ekmek de denilmektedir.

Patatesli Börek 

Patatesler haşlanır, soyulur ve iyice ezilir, içine kuru veya yeşil soğan doğranır. Yufkalar açılır, bir sini ya da kalburun ters yüzüne serilir, üzerine hazırlanmış olan patatesler düzgün bir şekilde yayılır, onun üzerine  başka bir yufka serilerek kapatılır. Sıcak sacın üzerine konulur, alt kısmı piştikten sonra sac üzerinde ters çevrilir, üstü tavada eritilen tereyağı ile yağlanır. İkinci yüzü piştikten sonra sacdan alınır ve diğer tarafı da yağlanır. Genellikle sıcakken üzerine pekmez veya bal dökülerek tüketilir.  

Aş Hazırlanması  

Yaprağın miktarına göre buğday aşlığı, soğan ve nane gibi katkı maddeleri katılarak uygun kıvamda hazırlanır ve soğumaya terk edilir. Daha sonra lahana sarması yapılır. Ayıklanan lahana sapları haşlanır ve ince ince doğranır. Pişirilecek  olan kabın dibine tereyağı veya içyağı, soğan konulduktan sonra, bunun üzerine ince doğranmış lahana sapları konulur. Sarmalar düzgün şekilde tencereye yerleştirilir, ateşe konur. Üzerine  su ilave edilir. Pişirme kabı kapatılmadan önce sarmaların üzerine ayrı bir kap konulur. Suyu iyice azalıncaya kadar  kaynatılır. Bu kaynama işlemi 2-2.5 saat olabilmektedir. Piştikten sonra önceden hazırlanan sarımsaklı yoğurt dökülerek servis yapılır.

 

Mısır çorbası

Ayran geniş bir kapta kesilinceye kadar kaynatılır ve bir bez torbaya boşaltılır. Temiz bir yere konularak üzerine ağırlık konulur. Suyunun iyice geçmesi için çeşitli kaplara konulur, ağzı hava almayacak şekilde kapatılır ya da güneşte kurutulur.Çökelekten hazırlanan keş ise gölge de kurutulmaktadır. Bir kısım çökelek genellikle bir yumruk büyüklüğünde topaç yapılarak gölgede kurutulur. Buna keş adı verilmektedir.Kurutulan keş ve çökelek genellikle börek yapımında iç malzemesi olarak kullanılmaktadır.

Köyde fasulye, mısır, lahana, nohut, kabak gibi bitkiler birlikte yetiştirilmektedir. Mısır, fasulye, kabak, nohut türü bitkiler hasat edildikten sonra lahanalar tarlada bırakılmaktadır. Kara lahana kış ne kadar sert geçerse geçsin iklimden etkilenmediği için kar altında bırakılmaktadır. Köylüler bunu taze lahana yemek için yapmaktadırlar. Kış ortasında kar yağdığı zaman lahananın olduğu yerler kendini belli etmektedir. Köylüler kışın sepetlerini alarak karın içinden lahanayı alıp taze taze yemektedirler. Ayrıca lahanaları tavşandan korumak için çeşitli tuzaklar hazırlanmaktadır. Köylüler bu tuzaklara kendileri yakalanmamak için işaret koymaktadırlar. Kış için yapılan hazırlıklardan  biri de turşu yapılmasıdır. Haziran ayı başlarında arpa hasat edildikten sonra bu tarlalara turşuluk fasulye ekilmektedir. Bu fasulyeler eylül ayından itibaren toplanır ve turşu yapılır. Bu fasulyeler normal zamanda ekilen fasulyelere oranla daha uzun süre dayanma özelliğine sahiptir. Bu nedenle turşu bu fasulyelerden yapılmaktadır.


Patateslerin kuyuda saklanması dışında yapılan diğer hazırlıklar şu şekildedir;

Pekmez için meyvelerin iyice olgunlaşması beklenir ve genelde iri taneli olanlar seçilir. Seçilen bu meyveler bıçakla dilimlere ayrılır. Bunlar büyük kazanlarda kaynatılır. Kaynatılan meyveler kepçe veya başka kaplara alınarak şınavata konulur. Üzerinden basınç uygulanarak şırasının akması sağlanır. Akan bu şıralar bir teknede toplanmaktadır. Toplanan bu şıralar pekmez tavası denilen bakır kaplarda uzun süre kaynatılır. Suyu buharlaştıkça tavaya şıra ilave edilir.  Belli bir kıvama ulaşıncaya kadar kaynatma devam etmektedir. Kaynatma işleminin tamamlandığını anlamak için pekmez tavasından kaşık veya kepçe yardımıyla bir miktar alınır, bir tahta üzerine birkaç damla damlatılır. Kıvamına gelince kaynatma işlemi biter. Kaplara boşaltılarak soğumaya terk edilir. Soğuduktan sonra pekmezler teneke, kalaylı bakır veya deri yayıklara doldurularak hava almayacak şekilde kapatılır. Kilere kaldırılır.

 

 

 

a.Tarım

Daha önce de bahsedildiği gibi tarım arazileri oldukça parçalı olup, işletmecilik açısından ekonomik olmayan bir yapıya sahiptir. Bunun yanısıra arazilerin tamamı ormanların kesilmesiyle elde edilmiştir. Bu yüzden verimi oldukça düşüktür. Bu nedenle köy koşullarında yeterli toprağa sahip olanlar bile göç etmişlerdir. Ormandan açılan bu arazilerin yine büyük bir çoğunluğu işlenmediği zaman 5-10 yıl sonra rahatlıkla ormana dönüşebilecek duruma gelmektedir. Tarım arazilerinin bir başka boyutu da Cumhuriyet döneminde tapu kadastro işlemi görmediğinden büyük bir bölümü sahiplerinin üzerine tapu kaydıyla tescil edilmemiştir. Ancak bazı köylülerin elinde bulunan dedelerinden, babalarından kalan tapuların, tescili Cumhuriyet öncesi ve Cumhuriyetin ilk yıllarında  yapıldığı için , sadece üzerlerinde  ait olduğu arazinin sınırları belirtilip, arazinin büyüklüğü hakkında bilgi bulunmamaktadır. Bu nedenle de tapuların geçerliliği tartışılır durumdadır. Köyde, diğer bölgelerde olduğu gibi  ciddi sayılabilecek arazi itilafları yaşanmamıştır. Varolan arazi itilafları da akrabalar arası paylaşımda haksızlık olduğu gerekçesiyle çıkmaktadır. Ancak arazi itilafı dolayısıyla köyün ve insanların yaşamını olumsuz etkileyecek, kötü sonuçlar doğuracak olayların olmadığı köylüler tarafından ifade edilmektedir. Köyde herhangi bir arazi satışına rastlanmaz. Ayrıca köyde sürekli oturanların çoğunluğunun sosyal güvencesi olması dolayısıyla tarım birinci derecede geçim kaynağı özelliği taşımamaktadır. Arazilerin çok az bir kısmı ekilmektedir. Ekilen araziden elde edilen ürün ise köylünün kendi yiyeceğini karşılamaktadır. Bunun yanısıra köyde sürekli oturan ve emekli maaşı olmayan köylülerde arazileri çok küçük olmasına rağmen tamamını ekmemekte, geçimini büyük şehirlerde oturan çocuklarının yardımıyla sağlamaktadır. Köyde tarımsal faaliyetlerinin en fazla olduğu yer Kiren mahallesidir. Kiren mahallesinde 1250 m uzunluğunda bir sulama kanalı, Köy Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından yapılan ve 325 ton su depolayan bir havuz bulunmaktadır. Köylüler bu havuzdan kendi aralarında belirledikleri sıra ve süreye bağlı olarak yararlanırlar.Herhangi bir ücret ödemezler. Havuz ve deponun bakım ve onarımı köylüler tarafından yapılmaktadır. Bu havuz ve depo 1978 yılında yapılmıştır. Köyde ekilen tarım ürünlerinin başında buğday, mısır, arpa, çavdar, yulaf, fasulye, mercimek, fiğ, nohut, kabak, fındık, elma, armut, kızılcık, muşmula, idris (yerel ismi mahlep), ceviz ve kiraz gelmektedir.  

IX.Kösekahya Mahallesi Bu mahalle adını burada oturan Kösekahya  ailesinden(Kösegil) almıştır. Bu mahalle halk arasında Köseel olarak da anılmaktadır.


            -20 hane başka yerlerde çalışarak emekli olup köye dönmüştür. Ancak bunlar sadece karıkoca şeklinde olup, çocukları köye dönmemiştir. 

A:Nüfus Durumu

 

 

B.Tarihi Çevre


Çukurköy halkı, hayvansal ürün ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla hayvan beslemektedirler. Bu nedenle köyde bulunan başlıca hayvanlar koyun, keçi, sığır, manda at ve eşektir. Köyde son zamanlarda arıcılık
başlamıştır.

A.Fiziki ÇevreÇukurköy, Akkuş ilçe sınırlarının orta güneyine düşer, yer yer eğimli bir arazi üzerinde kurulmuştur. Doğusunda Ketendere, batısında  Çavdar ve Kuşçulu, kuzeyinde Ormancık ve Kuşçulu, güneyinde Gedikli ve Çavdar köyü toprakları ile çevrili olup, 8.225 km2’ lik bir yüzü ölçüme sahiptir.

 

I.BÖLÜM : FİZİKİ VE TARİHİ ÇEVRE


“ORDU  İLİ AKKUŞ İLÇESİ  ÇUKURKÖY HALKBİLİMİ MONOGRAFİSİ”  
HAZIRLAYAN: ÖZGÜL GÖRÜR  9852836  

THB  IVTez Sorumlusu: Doç. Dr. Öcal OĞUZ  

Haziran,  2002

 

 

Cevapla

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar işaretlenmelidir *

*

*